Hediye Kampanyamız:En fazla puan toplayan 3 kişiye 400TL'lik hepsiburada hediye çeki hediye ediyoruz..

KÖŞE YAZILARI

| Tüm Köşe Yazıları | Tüm Yazarlar | Yazıcı Dostu |


Mehmet Vural:1957 yılında Erzurum ilinin Şenkaya ilçesine bağlı Evbakan köyünde dünyaya geldi İlkokulu doğduğu köyde, ortaokul ve liseyi Oltu ilçesinde bitirdi. 1975 yılında girdiği Kırşehir Eğitim Enstitüsünden 1977 yılında mezun olarak sınıf öğretmeni oldu. Aynı... Devamı

Diğer Yazıları - Mesaj Yaz - Üye Profili
"DERS PROGRAMLARI ve DEMOKRASİ.."

 

Mustafa Kemal hukukçuları toplayıp; “Bize bir medeni hukuk hazırlayın!” diyor. Üç yıl sonra huzura çıkan heyet; “Efendim!” diyor. “Hazırlayamadık, emir buyurursanız İsviçre Medeni Kanunu’nu tercüme edelim.”

Açılan bu kapıdan, daha sonra bütün bir hukuk sistemimiz buyur ediliyor. Her kanun alındığı ülkenin izleriyle geliyordu. Faşist İtalya’dan alınan “Ceza Kanunu” faşizmin izlerini taşırken, Amerika’dan aldığımız “1968 İlkokul Programı” demokratik değerleri öne çıkarıyordu.

Tercümeye çok sık başvuran kurumlardan birisi de hiç kuşkusuz Eğitim Bakanlığıdır. Onca müfredat değişikliği sanılmasın ki oluşturulan komisyonlar tarafından hazırlanıyor.

Aslında her yeni program, çağdaş bilgi ile birlikte yeni öğretim metotları da öneriyordu. Ancak 1968 İlkokul Programı, getirdiği demokratik açılımlar yanında öğrenci merkezli yaklaşımlarıyla da diğerlerinden ayrılır. Altmışların özgürlükçü ikliminde hazırlandığı için olsa gerek, eğitimin bütün aşamalarında, sorumluluk sahibi ve demokratik değerleri özümsemiş bireyler yetiştirmeyi temel amaç olarak benimsemiştir.

Altmış sekiz programının getirdiği demokratik açılımlar ne yazık ki sonraki yıllarda daraltılıp tahrip edilmiştir. Okullarımızdaki en önemli katılımcı uygulamanın, yine bu programla öne çıkarılan küme çalışmaları olduğunu söyleyebiliriz. Küme çalışmaları ile çocuklar, ait olma duygusu kazanırlar. Bu duygu onların iç motivasyonlarını harekete geçirir ve grup içindeki sorumluluklarının gereği olarak daha çok çalışmalarını sağlar. Başarı düzeyi yüksek öğrenciler grup arkadaşlarına yardım etmeyi bir zorunluluk olarak görürler. Ekip ruhunun harekete geçmesi ile birlikte, başarısız öğrenciler de grup çalışmalarına katkı sağlamaya başlar. Öğretmeni bir ölçüde devre dışı bırakan küme çalışmaları ile bağımlılıktan kurtulan çocuklar, kendilerini daha güçlü ve özgür hissederler. Araştırma ve materyal toplamaya yönelerek, akıl yürütme ve muhakeme yapma yeteneklerini geliştirirler. Öğrendiklerini sınıf arkadaşlarıyla paylaşan öğrencilerin güven duyguları artar. İşbirliği ve ekip ruhu başarıyı artırır, dostluk, sevgi ve dayanışma duygularını geliştirir, farklı kişilikteki insanların bir araya gelmesine ve hoşgörü kültürünün gelişmesine katkı sağlar.  

Oysa 2005 yılından itibaren yürürlüğe girmeye başlayan yeni İlköğretim Ders Programları ile, katılımcılık yok edilmekle kalmamış, yaratılan ezberci diyalektik sonucunda çocuklar sözde “performans ödevi” aldatmacası ile internetin kes-yapıştır çöplüğüne itilmiştir.

Eğitim bilimleri ile ilgili en yeni söylemlere sahip olmalarına karşın, bakanlığın yanlış yönlendirmeleri sonucunda daha şimdiden tüm sistemi, içindekilerle beraber ezberciliğe ve dolayısıyla dibe doğru hızla çekmektedir.

Çocuklara verdiği ders kitabının çözümlüsünü bir çeşit uyuşturucu gibi “kılavuz kitap” adı altında öğretmenin eline tutuşturan ve sonra da onları internetin “indir öğretmenim” sayfalarına yönlendiren bakanlık, “başka hiçbir şeye ihtiyacınız kalmadı, bunlar sizin için yeterlidir” diyerek, bütün bir eğitim ordusunu diğer tüm yayınlardan uzaklaştırmayı bir şekilde başarmıştır.

Önlerine konulan ders kitaplarının sayfalarını beraberce çeviren öğretmen ve öğrenciler, tek yayına indirgenmiş akademik etkinliklere, yani tam da kurtulmak istediğimiz o eski medrese ezberciliğine geri döndürülmüştür.

Ders kitaplarının yeterli olduğu vurgusu, öğretmeni “Ders Programları ve Öğretim Kılavuzları” adıyla yıllarca çevirisi yapılan binlerce sayfalık en temel metinlerden bile uzaklaştırmıştır. Zaten kitapla barışık olmayan eğitim camiası, planlamanın da ortadan kaldırılması ile birlikte, literatürle olan bağını bütünüyle koparmıştır.

Literatür çeşitliliğini, ekip ruhunu ve tüm karar alma mekanizmalarını tahrip eden yeni programlar, belki teorik olarak değil ama, uygulamadaki şekliyle eğitime büyük darbeler indirmektedir. Cumhuriyet Tarihinin en karanlık günlerini geçirdiğimizi söylemek abartı sayılmaz..

Gerçek katılımcılık, çocukların kendi aralarındaki sorunlardan, sınıf içinde uyulması gereken kurallara, müfredatlara yeni konular eklenip çıkarılmasından ders kitaplarının seçimine varıncaya kadar birçok problemin ortak alınacak kararlar sonucunda çözümlenmesini gerektirir.

Bugün okullarımızda katılımın bir ölçüde sağlandığı en önemli etkinlik öğrenci kulüplerinin faaliyetleridir, ancak yetersizdir. Demokratik bir şuur veremediğimiz için sosyal çaba göstermekte yetersiz kalan çocuklarımız, öğretmenin yönlendirmesine her alanda ihtiyaç duyarlar. Onları tam anlamıyla güçlendirmek için yaptığımız bütün çalışmalara katılımlarını sağlamak gerekir.

Öğretmen ve anne-babalar katılımcılığı sadece kulağa hoş geldiği için değil, bir problem çözme aracı olarak insan onuruna ve temel haklara en saygılı duruş olduğu için desteklemelidir.

Popüler kültürün yarattığı kişilik kırılmaları yanında, eğitimsiz kaldıkları ya da kötü ekonomik şartların ağırlığı altında ezildikleri için bütün asilliklerini kaybeden ailelerin sorunlu çocukları, günümüzde öğretmenlerin en çok şikâyet ettiği hususlardandır. Demokratik bir ortamda adam yerine konulan bu çocukların, pozitif yaşam becerilerini geliştirdiklerini, belki hemen değil ama zaman içinde hayata tutunduklarını kolaylıkla görebiliriz.

Okullarımızda ne yazık ki demokrasi sadece kavram olarak öğretilmekte; bir değer olarak hayatın içine taşınıp, davranış haline dönüştürülmesi sağlanamamaktadır. Birçok sebep arasına, eğitim sistemimizin önerdiği biçimsel kalıpları da koyabiliriz. Önemli olan ne öğrettiğimiz değil, nasıl öğrettiğimizdir. Demokratik tavır, ancak demokratik gruplar içinde öğrenilir. Eşitlik, karşılıklı saygı, sorumluluğu paylaşma ve kararları birlikte alma bu grupların bireylerinde göreceğimiz ortak davranışlar olmalıdır. Evde ve okulda sürekli kurallar koyan birilerinin varlığı, demokratik tavrın önündeki en büyük engeldir. Katılımcılık olarak önerdiğimiz uygulamalar, demokrasinin bir hayat tarzı olarak da benimsenmesini sağlayacaktır.

Her şeye rağmen, eğitim sistemi içerisinde üzerinde konuşmaya değer tek kurumun ilköğretim olduğunu düşünüyoruz. Orta öğretim ve yüksek öğretim kurumlarının, öteden beri gençlerle kurduğu umarsız ilişkisi, akademik yöntemleri, niteliksiz eğitim kadrosu, yeteneği takmayan buyurgan tavrı ve bütünüyle ezberci sistematiği, eğitim bilimlerinin asla cevaz vermeyeceği ilkel bir yapı içermektedir.

Bütün eksiklerine rağmen ilköğretimin ilk beş yılı bugün ülkemizde hâlâ çocuklarımızın hayata hazırlanmasında fonksiyonu olan, belki de tek ve en önemli eğitim sürecidir.

 






YORUMLAR
En yeni ve güncel etkinlikler için bizi takip edin

Yeni Yazılar E-Postanızda


E-Posta Adresiniz: