Hediye Kampanyamız:En fazla puan toplayan 3 kişiye 400TL'lik hepsiburada hediye çeki hediye ediyoruz..

KÖŞE YAZILARI

| Tüm Köşe Yazıları | Tüm Yazarlar | Yazıcı Dostu |


Mehmet Vural:1957 yılında Erzurum ilinin Şenkaya ilçesine bağlı Evbakan köyünde dünyaya geldi İlkokulu doğduğu köyde, ortaokul ve liseyi Oltu ilçesinde bitirdi. 1975 yılında girdiği Kırşehir Eğitim Enstitüsünden 1977 yılında mezun olarak sınıf öğretmeni oldu. Aynı... Devamı

Diğer Yazıları - Mesaj Yaz - Üye Profili
"SEVGİ EĞİTİMİ"

Bahar geldiğinde her öğrencimin eli toprağa değsin isterdim, her çocuk hiç olmazsa bir fidan dikebilsin. Ancak çoğu kez zorlanırdık, doğa ile gerçekleştireceğimiz bu kısacık buluşmaların bile, binlerce saatlik kuru bir nazariyattan daha öğretici olduğunu özellikle yöneticilere anlatamazdık. Ders dışı ve dolayısıyla gereksiz bir etkinlik gibi gelirdi onlara. Kimse dönüp bakmazdı bile, diğer öğretmenler için bu gayret, kafayı az buçuk sıyırmış bir adamın nafile çırpınışları gibi görünürdü. Oysa sorsanız hepsi de, hemen her evde mutlaka bir hayvanın olduğu, kapısı bacası yemyeşil ve çiçeklerle süslü AB'ye girmemiz gerektiğini söylerlerdi. Ve lakin, neden bizim coğrafyamızda acı ve gözyaşı eksik olmadığı halde o ülkelerdeki çocukların mutlu olduğunu, yoksulluğun kovulup, barış içinde ve kardeşçe bir hayatın kurulabildiğini merak etmezlerdi. Kimse sormazdı, neden ağacımız, yeşilimiz, çiçeğimiz yok diye, neden değer yaratmayı beceremiyoruz, neden sınıfımızdaki öğrencilerimizin çoğu fakir, neden, neden?

Arzu edilen bütün o şaşaanın aslında bedeli ödenmiş kazanımlar olduğu kimsenin aklına gelmezdi elbette. Oysa, sanatı, estetiği, düşünceyi, kitabı ve doğayı ciddiye almayan toplumların salt bir bilgi, hele de ezberlenmiş bir retorikle bütün o zenginlikleri ve dahası ayakları üzerine basabilen “dört başı mamur” bir medeniyeti yaratmayacaklarını bilmeleri gerekirdi..

Keşke çocukların, herhangi bir hayvanı sevmesine imkan tanıyabilsek, bitkilerle, böceklerle, çiçeklerle, güzel sanatlarla ilgilenmelerini sağlayabilsek ve kitapların dünyasına sahici yolculuklar yaptırabilsek. Belki o zaman herkesi ve her şeyi sevmeyi öğrenebilirlerdi.. Bir köpeğin, kedinin, kuşun ya da başka bir canlının sorumluluğunu üstlenen, onu seven, onu anlamaya ve yaşatmaya gayret eden çocuklar büyüdüklerinde, başka hiç bir canlıya kıyamazlar, sorumluluk duyguları gelişir, diğer hemcinsleriyle kurdukları iletişimin kalitesi artar ve empati yapmayı, ötekini anlamayı öğrenirler.

Ve bu toprakların yetişkinleri, çocukluklarında bir yavru köpeğe ya da elleriyle diktikleri bir ağaca sahip olsalardı ve sevmek için yüreklerini tüm canlılara açabilselerdi, bugün sadece İstanbul’da sokakta yaşayan ve çalışan yüz bine yakın çocuk bulunabilir miydi? Kadınlar ticari bir meta gibi alınıp satılabilir, ezilebilir, horlanabilirler miydi? Zayıf ve güçsüzler bu kadar sahipsiz kalabilir miydi?

Ne tuhaf ve ne acı!. Şu yüzyılda hala, neyi nasıl sevdirebileceğimizi konuşmak zorundayız ya, vahlar olsun bize.. Dünyanın belki de bu en basit, en kolay yapılabilir meselesi üzerine kalem oynatmak doğrusu zorumuza gidiyor.

Binlerce yolu var elbette.

Yaşlı adam eşine, Sahi demiş. “Seninle ilgilendiğimi nasıl anlamıştın?” Kadın cevap vermiş, “Çok kolay olmuştu.. Hani filan yerde arkadaşlarla otururken içeri girmiştin ve bana hiç bakmamıştın ya, işte o zaman anladım benimle ilgilendiğini.”

Kendimizi böyle de sevdirebildiğimize göre, daha kim bilir ne yollar var.. Şaka bir yana, onca üniversite, bilmem şu kadar fakülte ve binlerce ana bilim dalı, insanlara neyi, nasıl sevdireceğini öğretemez mi? Budha ne yapmıştı da onu sevenler bir daha hiçbir canlıya zarar vermemişti? Ne söylemişti de, milyarlarca milyar insanın sevgilisi olabilmişti Muhammed? Nasıl bir pozitif yüklemeydi ki, adını duymayanların bile rüyalarına girebilmişti Mevlâna? Mustafa Kemal’in sadece sarı saçlarını ve mavi gözlerini mi sevmiştik? Sahi ne yapmıştı da ölümüne yürümüştük ardı sıra? Ya şu Mahatma Gandhi’ye ne demeli, o ufak tefek Hint fakiri, yüreğimizdeki kocaman yere nasıl sahip olabildi?

Peki ama biz ne yapıyoruz da, kitabı, bilimi, doğayı, sanatı, hayatı ve insanları sevdiremiyoruz? Biz nasıl davranıyoruz da çocuklarımız kitaptan bu kadar uzaklaşıyor?

Kuşatıcı olmakla, dayatmak arasındaki farkı neden anlayamıyoruz?

Taşımaktan bir hoş oldukları o koca-koca unvanları gözlerimizin içine sokarak iki de bir ne kadar büyük adam olduklarını hatırlatan, sözleriyle, bakışlarıyla, çalımlarıyla ve hele de yetkileriyle adeta bizleri ezen, sindiren, aşağılayan o ekabir, kendini beğenmiş ve lakin çağın gerisinde kalmış hanımefendiler, beyefendiler hiç düşünemezler mi bu iş böyle olmaz diye; neyi temsil ediyorlarsa ona ve kendilerine zarar verdiklerini neden anlamazlar?.

Siyasetçi neden çıkarcıdır, hukukçu neden adil değildir, asker neden küfreder, hoca neden bilimden ve dinden soğutur, mühendis neden evrensel formüllere uymaz, ziraatçı toprağı neden sevmez, öğretmen neden en çok da maaş muhabbetini sever, ekonomistin gözü neden ceplerimizdedir? Akademinin koridorlarında neden gülümseyen yüzleri göremeyiz, devletin kutsalları içinde neden insan yoktur, öğretmen kızdığında neden hemen not defterine sarılır?

 






YORUMLAR
En yeni ve güncel etkinlikler için bizi takip edin

Yeni Yazılar E-Postanızda


E-Posta Adresiniz: