Forum | Sınıf Öğretmeniyiz Biz | Sınıf Öğretmenlerinin Kaynak Sitesi | http://www.sinifogretmeniyiz.biz
Hediye Kampanyamız:En fazla puan toplayan 3 kişiye 400TL'lik hepsiburada hediye çeki hediye ediyoruz..

Beni Etkileyen Yazılar


G@lip  G@lip
Uzman Üye - İlkokul Öğrencisi
- (galip_k)
Cevap:Beni Etkileyen Yazılar (20.5.2013 16:11:00)

Yavuz Sultan Selim Han'ın esrarengiz cevabı

Mısır seferi sırasında Yavuz Sultan Selim Han'ın sağ kolu Hasan Can'a verdiği o tüyleri diken diken eden cevabı.




Mısır seferine gidilirken ordunun korkunç Sina Çölü'nden geçmesi gerekiyordu.

Kum fırtınalarının etrafı kasıp kavurduğu, gündüzleri dayanılmaz sıcaklara sahne olurken geceleri dondurucu soğukları davet eden bu çölü dünyada hiç bir ordu geçememişti. Yavuz Sultan Selim ordusuna moral verici sözler söyledikten sonra atını çöle sürdü.

Herkes yanındaki suyu idareli kullanıyor, namazlar teyemmüm yapılarak kılınıyordu. Yolculuk böyle sürüp giderken Yavuz Sultan Selim'in bir ara atından indiği ve saygılı bir halde yaya olarak yürüdüğü görüldü. Herkes şaşırmıştı ama, kimse sebebini soramıyordu. Padişahın hiç yanından ayırmadığı Hasan Can durumu öğrenmekte gecikmedi.

Padişah O'na şunları söylemişti:

?İki cihan sultanı Peygamber Efendimiz önümüzde yaya olarak yürürlerken biz nasıl at üstünde olabiliriz Hasan Can??

İmza:
Bu mesaja teşekkür edenler:
G@lip  G@lip
Uzman Üye - İlkokul Öğrencisi
- (galip_k)
Cevap:Beni Etkileyen Yazılar (24.5.2013 10:55:28)

Profesör elinde içi dolu bir bardak tutarak dersine başladı. Herkesin göreceği bir şekilde tutuyordu ve ardından sordu:


- Bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?

- 50 .... 100 .....125 gram diye öğrenciler yanıtladı.

- Bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem,? dedi profesör,
ama, benim sormak istediğim biraz farklı:

Bu bardağı böyle birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?

- Hiçbirşey?..diye yanıtladı öğrenciler.

- Tamam peki 1 saat boyunca tutsaydım ne olurdu?'
diye sordu profesör bu kez?

- Kolunuz ağrımaya başlardı efendim' diye öğrencilerden biri yanıtladı

- Haklısın, peki şimdi ben 1 gün boyunca tutsam ne olurdu...?

- Kolunuz iyice ağrır, kas spazmı oluşur, batar vs gibi sorunlar yaşardınız ve
hastaneye gitmek zorunda bile kalabilirdiniz !

- Çok iyi. Peki tüm bu sorunlar olurken bardağın ağırlığı hiç değişti mi?
Diye sordu profesör.

- Hayır?... Diye yanıtladı tüm öğrenciler.

- Peki o zaman kolun ağrımasına ve kas spazmına neden olan nedir?

Öğrenciler bulmaca çözermişçesine düşünmeye başladılar.

- Acıdan ve ağrıdan kurtulmak için ne yapmam gerekir bu durumda?
diye tekrar sordu profesör.

- Bardağı bırakın düşsün! diye öğrencilerden biri yanıt verdi.

- Kesinlikle! Evveet kesinlikle ...! dedi profesör ve devam etti.

- Hayatın problemleri de böyle birşeydir.
Onları kafanda birkaç dakika tutarsın. Önce bir sorun yokmuş gibi görünür. Uzun bir süre düşünürsün. Başınız ağrımaya başlar. Daha uzun düşünür ve içinde debelenirsen, seni bitirmeye ve hiçbir
şey yapamamana neden olurlar. Hayatınızdaki mücadeleleri ve problemleri düşünmek önemlidir,
Fakat DAHA DA ÖNEMLİSİ onları her günün sonunda, uyumadan önce bardak gibi yere bırakmaktır.
Bu şekilde gereksiz gerilime girmez ve her gün taze bir beyin ile uyanır ve her konuyla ve yolunuza çıkan her mücadele ile başa çıkabilecek güçte olursunuz!

Lütfen...

İşinizden ayrılırken işteki bardaklarınızı...

Yatmadan önce gündeki bardaklarınızı güvenli ve akıllı bir yere bırakın...!


İmza:
Bu mesaja teşekkür edenler:(1): Bekir Berkiten,
Burcu  Burcu
Aktif Üye - Öğretmen
- (burcugelbal)
Cevap:Beni Etkileyen Yazılar (24.5.2013 12:29:26)

Suçtur kadın olmak.Çünkü herkesin sahip olmak istediği bir bedenin vardır. Korumak zorunda olduğun bir namusun ve sevmeye yasaklı törelerin.

Adam gibi adam derler de, kadın gibi kadın demezler mesela Taş gibi derler. Soğuk olmak zorundadır, hissetmemesi gerekir, iyi gözükmelidir ama öyle çok iddialı da olmaması gerekir. Erkeğin yanında yerini bilmelidir.

Kadın olmak suçtur bu hayatta. Seversin d...eli derler, sevmezsin kötü derler. Elde ederler basit olursun, elde edemediklerinde konuşmalara meze olursun. Susarsın bir şey bilmiyor derler, susmazsın dili uzun derler.

Erkek olmak doğuştan bir güçtür, kadın olmak eksikliktir, güçsüzlüktür. Eksik etektir kadın Aklı ermez, gözü açılmamalı, sırtından sopa karnından sıpa eksik olmamalıdır. Kadın, şeytana açılan kapıdır çünkü. O kapıyı, kadına açtırtmamalı.

... Oysa erkektir kadını eksik hale getiren, namusunu alıp etek altına iten, inançlarını yok eden. Erkektir bir melekten şeytan yaratmasını bilen.

Kadın olmak eteğini uzun tutmaktır, başkalarının günahlarının bedelini kendisinin ödemesidir.

Kadın yüzeyseldir görünürde ve karmaşıktır erkekten istediği şeylerde Oysa kadın derindir ve derine dalmasını bilen vurgun yeme ihtimalini de göze alabilmelidir.

Cesurdur kadın, erkek gibi tartıp biçmez. Seviyorsa bodoslama atlar, sevdiği için tüm engelleri aşar.
Oysa erkek korkaktır. Ne kadının ilgisini kaybetmek ister ne de ona bir gelecek vaat eder Yedekte tutar. Daha iyisini bulamazsa, elinin altındaki ile idare eder.

Kadın karmaşık gibi gözükür ama istediği üç şey; sevgi, sadakat, dürüstlüktür... Alıntıdır

İmza:...
Bu mesaja teşekkür edenler:(2): Şeniz Karaşah, M. Can,
Şeniz  Karaşah
Bilge Üye - 1.Sınıf Öğretmeni
- (senizkarasah)
Cevap:Beni Etkileyen Yazılar (26.5.2013 19:49:31)

Kuşlar yuva yapsın diye evlerin mimarisine 'Kuş Evleri' ekleyen bir milletten, kuşlar pislemesin diye AVM pencereleri önüne çivili tuzaklar yerleştiren bir millete!..

(Resim Bakırköy Capacity AVM'den)


Ekler
-------------------------------------------

943321_586766231343704_1806739529_n.jpg (Gösterim:4)

-------------------------------------------


İmza:
Bu mesaja teşekkür edenler:(3): Duygu Aydın, G@lip G@lip, Ayşe Bengisu,
Aslı  Yılmaz
Tecrübeli Üye - 4.Sınıf Öğretmeni
- (tayper35)
Cevap:Beni Etkileyen Yazılar (27.5.2013 01:48:05)

"tek başıma hiçbir sorunun yanıtını bulamıyorum. hep yeni hayatlar yaşamayı isterken, kendimi aynı hayatı tekrar tekrar, yeniden yaşarken buluyorum.. sisli bir gecede yolunu kaybetmiş gemilere benzetiyorum kendimi.. yanına gidip konuşmak istediğim insanları da işte bu kayıp gemilere benzetiyorum. uzaktan soluk ışıklarını görüyorum.. ama ne onlar bana yaklaşabiliyorlar ne de ben onlara. sisli gecede birbirimize uzaktan bakıp, yeniden kayboluşlarımıza karışıyoruz. umudum kalmadı artık.. bu dünyada düşüncelerimi, beni, duygularımı gerçekten anlayacak birini bulmam imkansız gibi görünüyor artık bana. ama evimde duramıyorum yine de. kendimi sokaklara atmak, insanlarla konuşmak, kendimi onlara anlatmak istiyorum. dinliyor gibi görünüp dinlemeseler de anlıyor gibi yapıp anlamasalar da.."

İmza:Bazen diyorum kendime; Ne çok DEĞER vermişim DEĞERSİZlere!!!
Bu mesaja teşekkür edenler:(2): Burhan Şağban, G@lip G@lip,
G@lip  G@lip
Uzman Üye - İlkokul Öğrencisi
- (galip_k)
Cevap:Beni Etkileyen Yazılar (27.5.2013 16:34:50)

mutluluk size göre nedir ?

Yetimhanede, bir yardım kampanyasından aldığı ayakkabıya sevinen 6 yaşındaki bir çocuğun fotoğrafı...
Ekler
-------------------------------------------

389404.jpg (Gösterim:5)

-------------------------------------------


İmza:
Bu mesaja teşekkür edenler:(2): Bekir Berkiten, M. Can,
Aslı  Yılmaz
Tecrübeli Üye - 4.Sınıf Öğretmeni
- (tayper35)
Cevap:Beni Etkileyen Yazılar (28.5.2013 21:00:25)

EN BÜYÜK FIRSAT

On bir yaşındaydı ve New Hampshire gölünün ortasındaki adadaki evlerinde ne zaman eline bir fırsat geçse hemen balığa giderdi.

Levrek avı yasağının kalkmasından bir gün önce, babasıyla akşamın ilk saatlerinde küçük güneş balıklarından yakaladı. Sonra oltasına yem takıp, oltayı fırlatma talimi yaptı. Yem suya değdiği zaman gün batımında suda altın haleleler oluşturmuş, daha sonra gölün üzerinde ay doğmuştu.

Oltasının hızla çekildiğini hissedince, oltaya büyük bir balık geldiğini anladı. Babası oğlunun balığı çekişini hayranlıkla izledi.

Çocuk sonunda yorgun düşen balığı sudan çıkardı.
O güne kadar gördüğü en büyük balıktı, ama henüz av yasağının kalkmasına saatler kalmış olan bir levrekti. Baba oğul güzelim balığa baktılar, pulları ay ışığında ışıl ışıl parlıyordu. Babası bir kibrit yakıp saatine baktı.Saat on olmuştu. Av yasağının bitmesine daha iki saat vardı.Once balığa, sonra oğluna baktı.

" Suya geri bırakman gerekiyor, oğlum, " dedi.

" Baba! " diye itiraz etti çocuk ağlamaklı bir sesle.

" Başka balıklar da var, " dedi babası.

" Ama hiçbiri bunun kadar büyük değil , " dedi çocuk.

Göle şöyle bir göz attı. Gölde hiçbir balıkçı teknesi yoktu. Babasının yüzüne baktı bu kez.Kendilerini hiç kimsenin görmemiş olmasına, kimsenin ne balığı yakaladıklarını bilmesinin
olanaksız olmasına karşın, babasının sesinden bu konuda hiçbir ödün vermeyeceğini anlamıştı.Oltanın ucunu balığın ağzından çekti ve balığı gölün karanlık sularına bıraktı. Balık suya düşer düşmez, şöyle bir çırpındı ve gözden kayboldu. Çocuk bir daha bu kadar büyük bir balık tutamayacağından emindi.

Bu olay bundan tam otuz dört yıl önce oldu. Bugün o çocuk New York City'nin ünlü mimarlarındandır.Babasının küçük evi hala o adadadır. Oğlunu ve kızlarını hala o adadaki küçük eve balık tutmaya götürür.

Çocuk haklıydı. Bir daha o kadar büyük bir balık tutamadı. Fakat ahlaki değerler konusunda bir ikilem
yaşadığı zaman hep o balığı gözünün önüne getirir. Babasından öğrendiği gibi ahlaki değerler doğru ile yanlışın ne olduğu konusunda çok basit bir konudur. Güç olan yalnızca ahlaki değerlerin uygulanabilmesidir. Birileri görmediği zaman da doğru olanı yapabiliyor muyuz? Evet, küçüklüğümüzde bizlere balığı suya geri bırakmak öğretilseydi, doğru olanı yapabilirdik. Çünkü gerçeğin ve doğrunun ne olduğunu öğrenmiş olurduk.

Doğru olanı yapma kararı belleklerimizdeki canlılığını hiçbir zaman yitirmez.Bu anıyı dostlarımıza ve torunlarımıza göğsümüz kabara kabara anlatırız.

Düzene karşı çıkıp, fırsatlardan yararlanmak değil, doğru olanı yapmaktır önemli olan.

İmza:Bazen diyorum kendime; Ne çok DEĞER vermişim DEĞERSİZlere!!!
Bu mesaja teşekkür edenler:(1): G@lip G@lip,
G@lip  G@lip
Uzman Üye - İlkokul Öğrencisi
- (galip_k)
Cevap:Beni Etkileyen Yazılar (29.5.2013 11:34:30)

Bir yolcu gemisi yolculuk esnasında kopan bir fırtınada batar ve içindekilerden sadece iki adam küçük ve ıssız bir adaya yüzmeyi başarırlar.

Ne yapacaklarını bilemeyen bu iki kazazede Allah'a yalvarmaktan başka çarelerinin olmadığına karar verirler. Fakat kimin duasının daha güçlü olduğunu anlamak için adayı ikiye bölmeye karar verirler ve adada karşılıklı olarak yaşamaya başlarlar.

İlk diledikleri şey yiyecektir. Ertesi sabah, birinci adam kendi tarafında dalları meyve dolu bir ağaç bulur ve ağacın meyvelerinden yer. Diğer adamın alanı ise hala çoraktır!

Bir hafta sonra, birinci adam yalnız olduğu için kendisine bir eş diler. Ertesi gün bir kadın yüzerek birinci adamın tarafına gelir. Diğer tarafta yine hiçbir şey yoktur!

Hemen sonra birinci adam bir ev, giysiler ve daha fazla yiyecek diler. Sihirli bir değnek değmişçesine tüm istedikleri kendisine verilir. Fakat ikinci adam hala hiçbir şeye sahip olamamıştır!

En sonunda birinci adam bir gemi diler böylece karısıyla birlikte adayı terk edebilecektir. Sabahleyin kendi tarafına demirlenmiş bir gemi bulur. Birinci adam karısıyla birlikte gemiye biner ve ikinci adamı adada bırakmaya karar verir. Onun hiç bir dileği gerçekleşmediği için Allah'ın nimetlerine layık biri olmadığını düşünür.

Gemi kalkmak üzereyken birinci adam cennetten yankılanan bir ses duyar, "Neden arkadaşını adada bırakıyorsun?"

"Bana gönderilen nimetler sadece bana aittir çünkü onlar için ben dua ettim," diye cevap verir birinci adam. "Onun duaları kabul edilmedi o yüzden o hiçbir şeyi hak etmiyor."

"Yanılıyorsun!" diye azarlar ses birinci adamı. "Onun sadece tek bir dileği vardı ve kabul ettim. Eğer etmeseydim sen gönderdiğim nimetlerin hiç birine sahip olamazdın."

"Allah'ım ne olur söyle bana" dedi birinci adam, "Ne diledi de ona minnettar olmam gerekiyor?"


"Senin tüm dileklerinin gerçek olmasını diledi."

Hepimizin bilmesi gerekir ki; Bize gönderilen nimetler sadece bizim dualarımızın sonucunda değil bizim için dua edenler sayesinde de gerçekleşir.


İmza:
Bu mesaja teşekkür edenler:
G@lip  G@lip
Uzman Üye - İlkokul Öğrencisi
- (galip_k)
Cevap:Beni Etkileyen Yazılar (29.5.2013 11:51:03)

Çağlar açan İstanbul Fatihi Sultan Mehmed Han, Bizans'ı fetthettikten sonra imparatorluk sarayını gezerken, bir ara mahzene iner ve zindanda yaşlı papaza rastlar.
"Bu halin nedir, niye buraya hapsedildin ?" diye sorar. Papaz şu yanıtı verir:
"Arz edeyim sultanım, kuşatma başladığında imparator beni huzuruna çağırdı ve İstanbul'un düşüp düşmeyeceğini sordu. Ben de, ilmime dayanarak bunun son muhasara olduğunu, şehrin elimizden çıkacağını söyledim.
Çok kızdı, bana eziyet edip buraya attırdı."
Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmet Han bir an düşünür ve papaza şu soruyu sorar:
"Peki bu şehir birgün olur bizim de elimizden çıkar mı?" Papazın yanıtı düşündürücüdür.
"NE ZAMAN Kİ İÇİNİZDE FESAT ARTAR, AHALİNİZ KENDİ MENFAATLERİNE TESLİM OLUR, MÜLKLERİNİ YABANCILARA SATANLAR ÇOĞALIR, YABANCIDAN MEDET UMANLAR ARTAR ŞEHİR SİZDEN ÇIKAR."
Fatih oracıkta diz çöküp ellerini açar ve şöyle dua eder:
"YA RAB! BÖYLELERİNİ KAHRINA VE GAZABINA UĞRATMANI DİLERİM...

İmza:
Bu mesaja teşekkür edenler:
M.  Can
Çalışkan Üye - Diğer
- (mcan60)
Cevap:Beni Etkileyen Yazılar (29.5.2013 12:46:02)

 Alıntı
Alıntı Sahibi: Aslı  Yılmaz
EN BÜYÜK FIRSAT

On bir yaşındaydı ve New Hampshire gölünün ortasındaki adadaki evlerinde ne zaman eline bir fırsat geçse hemen balığa giderdi.

Levrek avı yasağının kalkmasından bir gün önce, babasıyla akşamın ilk saatlerinde küçük güneş balıklarından yakaladı. Sonra oltasına yem takıp, oltayı fırlatma talimi yaptı. Yem suya değdiği zaman gün batımında suda altın haleleler oluşturmuş, daha sonra gölün üzerinde ay doğmuştu.

Oltasının hızla çekildiğini hissedince, oltaya büyük bir balık geldiğini anladı. Babası oğlunun balığı çekişini hayranlıkla izledi.

Çocuk sonunda yorgun düşen balığı sudan çıkardı.
O güne kadar gördüğü en büyük balıktı, ama henüz av yasağının kalkmasına saatler kalmış olan bir levrekti. Baba oğul güzelim balığa baktılar, pulları ay ışığında ışıl ışıl parlıyordu. Babası bir kibrit yakıp saatine baktı.Saat on olmuştu. Av yasağının bitmesine daha iki saat vardı.Once balığa, sonra oğluna baktı.

" Suya geri bırakman gerekiyor, oğlum, " dedi.

" Baba! " diye itiraz etti çocuk ağlamaklı bir sesle.

" Başka balıklar da var, " dedi babası.

" Ama hiçbiri bunun kadar büyük değil , " dedi çocuk.

Göle şöyle bir göz attı. Gölde hiçbir balıkçı teknesi yoktu. Babasının yüzüne baktı bu kez.Kendilerini hiç kimsenin görmemiş olmasına, kimsenin ne balığı yakaladıklarını bilmesinin
olanaksız olmasına karşın, babasının sesinden bu konuda hiçbir ödün vermeyeceğini anlamıştı.Oltanın ucunu balığın ağzından çekti ve balığı gölün karanlık sularına bıraktı. Balık suya düşer düşmez, şöyle bir çırpındı ve gözden kayboldu. Çocuk bir daha bu kadar büyük bir balık tutamayacağından emindi.

Bu olay bundan tam otuz dört yıl önce oldu. Bugün o çocuk New York City'nin ünlü mimarlarındandır.Babasının küçük evi hala o adadadır. Oğlunu ve kızlarını hala o adadaki küçük eve balık tutmaya götürür.

Çocuk haklıydı. Bir daha o kadar büyük bir balık tutamadı. Fakat ahlaki değerler konusunda bir ikilem
yaşadığı zaman hep o balığı gözünün önüne getirir. Babasından öğrendiği gibi ahlaki değerler doğru ile yanlışın ne olduğu konusunda çok basit bir konudur. Güç olan yalnızca ahlaki değerlerin uygulanabilmesidir. Birileri görmediği zaman da doğru olanı yapabiliyor muyuz? Evet, küçüklüğümüzde bizlere balığı suya geri bırakmak öğretilseydi, doğru olanı yapabilirdik. Çünkü gerçeğin ve doğrunun ne olduğunu öğrenmiş olurduk.

Doğru olanı yapma kararı belleklerimizdeki canlılığını hiçbir zaman yitirmez.Bu anıyı dostlarımıza ve torunlarımıza göğsümüz kabara kabara anlatırız.

Düzene karşı çıkıp, fırsatlardan yararlanmak değil, doğru olanı yapmaktır önemli olan.


Avcılıkta usta olan dayım ile Kelkit havzasında balık avına giderdik. Dayım bir ormana hiçbir araç gereci olmadan bırakılsa yıllarca yaşayabilecek bir insandır. Bitki çeşitlerinden tutun taş çeşitlerine kadar engin bilgilere sahiptir. 13 yaşındaydım. Dayım ile balık avına gitmiştik. Oltalarımızı hazırlayıp suya attık. Sonra dayım sazlıkların arasına girdi. Ne yaptığını sorduğumda; 'Bazı avcıların sazlıklara takılan ağları kopuyor ve parçaları burada kalıyor. Bu ağ parçalarına balıklar takılıp boşuna ölüyorlar. Birinin o ağları temizlemesi gerek.' dedi. O sazlıkların arasında başka balıkçılardan kalmış ağ parçalarını sudan çıkarmaya çalışırken ben de suyu izliyordum. Bir yılanın suda süzüldüğünü gördüm ve hemen taş atmaya başladım. Dayım sazlıkların arasından seslendi;
Suya niye taş atıyorsun Can? diye sordu
Suda yılan gördüğümü söyledim.
Dayımın verdiği yanıtı hiç unutmam:

Onun evindeyiz, misafirliğinin haddini bil!

Sazlıkların arasından çıktıktan sonra bu sofraya sadece doyacağımız kadar ortak olabileceğimizi anlattı. O günden sonra ne yılandan ne arıdan ne böcekten ne de diğer hayvanlardan korktum. Her zaman onların misafiri olduğumu ve sofraya ortak olmanın bir haddi olduğunu aklımda tuttum. Onları korkutup başta kendim ve evsahipleri olmak üzere hiçbir yaşamsal döngüye risk olmamayı şiar edindim.
Amerikalı bu mimarın anısını önümüzdeki ay dayımla çıkacağımız doğa gezisinde ona anlatacağım. Paylaşım için teşekkür ederim.

İmza:
Bu mesaja teşekkür edenler:(1): Aslı Yılmaz,

HIZLI CEVAP (5 Üye Puanı)

Cevap Yazmak İçin Giriş Yapın veya Üye Olun
En yeni ve güncel etkinlikler için bizi takip edin