Hediye Kampanyamız:En fazla puan toplayan 3 kişiye 400TL'lik hepsiburada hediye çeki hediye ediyoruz..

Yakında Üniversiteler Öğrencilerin Peşinde Koşacak

Nimet Çubukçu; Dershanelere talep 5&8211;10 yıl sonra artık bitmiş olacak, Öğretmenlerin Performansını Ölçeceğiz, Yakında Üniversiteler Öğrencilerin Peşinde Koşacak. Dedi

ÖĞRETMENLERİN PERFORMANSINI ÖLÇECEĞİZ

Eğitmenlerin de belirli zamanlarda bir sınava tabi tutulması gerek belki. Bakalım kendilerini ne kadar yenilediler? Bu riski göze alabilir misiniz?

Avrupa Birliği ülkelerinin birçoğunda aslında öğretmenlerin yeterlilik ve öğretme kabiliyetlerinin test edildiği sistemler var. Bir süre sonra bu da öğretmeni sistemin dışına çıkarıyor. Orada özellikle okulların bütçeleri, öğretmen alımları ve karar verme mekanizmaları bizden biraz daha farklı işliyor. Bu nedenle, öğretmenler de bir şekilde kendilerini sürekli yenilemek mecburiyetindeler. Yoksa iş akitleri fesh edilir. Ama bizdeki sistem, biraz devlet memuriyeti şeklinde ilerliyor. Velev ki sınav yaptık, öğretmenler yetersiz çıktı. Ne yapacağız?

Atacaksınız. İşte bu manada riskli dedim zaten. Atmadığınızda bu durumun devamına karar vermiş oluyorsunuz. Bu siyasi cesaret ister. Var mı sizde bu cesaret?

Aslında bizdeki gibi devlet memuriyeti sistemi ve garantisiyle çalışan ülkeler de var. Buralara baktığımızda, öğretmenlerin öğretme kabiliyeti, bir şekilde kendi öğrenci kitlesi üzerinden değerlendiriliyor. Buna da performans değerlendirmesi deniyor. Bu iki yöntem seçilebilir. Birincisi sizin dediğiniz gibi başarısız öğretmeni atmak şeklinde olabilir. Bu, yöntem olarak siyasi risk ve cesaretten ziyade, çok hoşuma gitmeyen bir şey. Bir şekilde öğretmen olmuş. Öğretmenler de eğitilebilir, bu manada katkı sağlayabiliriz diye düşünüyorum. Ben yöntem olarak performans ölçümünden yanayım. Öğrencilerin sadece sınav başarılarının değil fen bilimlerinde, uluslararası olimpiyatlarda, liselerdeki başarı performanslarının da öğretmenlerimize olumlu yansıyacağı bir sistem öngörürsek, kendi içlerinde bir yarış başlar.

Böyle bir sistem yakında gelecek, bunun hazırlıkları yapılıyor, öğretmenlerin performansları ölçülecek diye bir başlık çıkartabilir miyim bu sözlerden?

Evet. Olabilir.

Ne zaman başlar peki? Önümüzdeki eğitim öğretim yılından itibaren mi?

Önümüzdeki eğitim-öğretim yılına yetişip yetişmeyeceğinden emin değilim. Eğitim alanında çok sık değişim yapma meselesini çözmek gerekiyor. Bunun için birçok uygulamayı önce küçük illerde pilot sistemiyle gerçekleştirmek veya büyük illerde bir örnekleme yapmak ve sonra 1–2 yıl içinde Türkiye genelinde uygulamak lazım. Bu manada, siyasi sonuç almak açısından da bugün attığımız adımların sonuçlarını on yıl, on beş yıl sonra görebiliriz. Dolayısıyla bugün hemen yarın şunu yapacağım demek çok riskli. Bazı uygulamaların Türkiye´de hemen başlatılmasının ciddi sakıncaları yaşandı.

YAKINDA ÜNİVERSİTELER ÖĞRENCİLERİN PEŞİNDE KOŞACAK

Dershaneleri tamamen devreden çıkararak büyük bir reforma imza atmayı düşünüyor musunuz? Böyle bir konu var çünkü strateji planınızda.

Strateji eylem planı 2010–2014 dönemini kapsayan, aynı zamanda DPT tarafından hazırlanan 9. kalkınma planında, bizim eğitimle ilgili olarak yapılması gerekenlerin kapsamlı bir şekilde, koordineli bir şekilde öngörüldüğü bir sistem. Orada dershanelerin özellikle okullara dönüşme niteliklerine sahip olanların, dönüştürülmesi teşvik edilecektir diye bir cümle var. Teşvik edilecektir cümlesi ve yeterliliğe sahip olması kavramları tamamen atılıp, dershanelerin yüzde 70´i özel okula dönüştürülecektir diye bir haber çıktı. Ama aynen benim söylediğim şekilde yer alıyor orada. Devletin hem özel öğretim kurumları, hem özel dershaneler üzerinde bir karar verip otokratik bir şekilde uygulama yapması mümkün değil. Sadece teşvik edilebilir. Ve nitekim biz de stratejik planda teşvik edileceğini söylüyoruz. Fakat merkezi sınav sisteminin olduğu ülkelerde, yani bizim dışımızdaki ülkelerde, okul dışında eğitime ve sınava hazırlayan dershaneler de var. Burada hedef yüksek öğrenimin kontenjanını artırmak. Gelecekte okumayı talep edenle, üniversite kontenjanının birbirine yaklaştığı bir dönemde bu kendiliğinden ortadan kalkacak bir şeydir zaten. Ama yeni eğitim sistemimizde, seviye belirleme sınavında özellikle müfredattan soru soruluyor. Çocuklar okulda ne okuyorlarsa o soruluyor. Eskiden sınavda sorulan sorularla eğitim öğretimde gördükleri çok farklıydı.

Dolayısıyla dershaneye çok ihtiyaç vardı.

Elbette. Ama şu anda okulda ne öğreniyorlarsa, SBS´de bunlardan çıkıyor. Aslında okula devam eden öğrencilerin daha başarılı olduğu bir sistem. Birkaç yıldır böyle. Bir sonuç almamız için tabii ki birkaç yıl daha gerekiyor.

Sistem dershanelere talebi zaman içinde azaltacak mı diyorsunuz?

Azaltacak. Yeter ki bu bilgi ve algı topluma yansısın. Anneler babalar bunu böyle hissetmiyorsa, çocuğum dershaneye gitmezse sınavı kazanamaz, başarılı olamaz gibi bir algı devam ediyorsa bu olmaz, ki bu algıyı güçlendirecek bir tutum var. Benim oğlum da hiç gitmedi. Göndermedim. Üniversiteyi kazandı.

Kendi istemedi değil mi?

Kendi istemedi. İsteseydi de ben onu çok esnek saatlerde yollayacaktım. Çünkü öğretim çağındaki bir çocuk okula devam ederken ilave her şey zaten onu daha fazla yoruyor. Aslında çocukların eğitim ve öğretim kanalları dışındaki öğrenimleri, becerileri, hobileri, spor ve müzikle ilgilenmeleri de onları geliştirir. Ve hayatta bana göre başarının tek ölçütü asla karne ve diploma notları değildir. Hayatta başarılı olmuş insanlara baktığımız zaman, bilim adamlarından felsefecilere, siyasetçilerden sanatçılara kadar her birinin aslında okul sistemi içerisinde sorunlu öğrencilik dönemleri geçirdiğini görüyoruz. Tabii ki öğrencilerimizin okulda başarılı olması güzel bir şey, ama başarıyı ölçen sadece sınav notları değil.

Siz de karne notları kötü ama zekâsını, sosyalliğini başka alanlarda gösteren bir öğrenci miydiniz?

Benim notlarım her zaman çok iyiydi. Yüksek dereceyle bitirdim.

İddialı ve hırslı bir öğrenci miydiniz?

Hayır.

Hani bazıları dokuz alır hüngür hüngür ağlar... İnek miydiniz siz de?

Hiç öyle değildim. Okulun tiyatro kolunda oynuyordum. Program sunulacaksa ben sunuyordum. Okulun spor takımlarına da giriyordum. Sosyal bilimler alanında çok iyiyidim. Çok fazla okuyan, okuduğunu anlayan bir öğrenciydim. Diyelim ki edebiyat dersinde 200 sayfalık bir kitap var. Onu sene başında okur bitirirdim. Kısa parçaları okumak yerine romanın tamamını okurdum. Her zaman önceden daha geniş bir kavrayışla bakmak isterdim. Edebiyat kolunu bu yüzden seçtim. Çok zorlanmayacağımı bildiğim felsefe ve mantık gibi dersler olduğu için sosyal bilimler bölümünde başarılı oldum. İnsanın seçimlerinin kendini tanıması ve tanımlamasıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Fen bilimlerinde de başarılı olan bu kadar parlak bir öğrenci gidip edebiyatı seçti diye öğretmenlerim babam üzerinde hakikaten çok baskı yaptı. Edebiyat kolunda okursa üniversiteyi kazanamaz gibi şeyler dediler. İnsanın kendi ilgi alanlarını her zaman çok iyi öğrenebileceğini biliyorum. Kendi oğlumdan biliyorum. İlgi alanına giren bir konuyu o kadar iyi öğreniyor ki... En ince noktasına kadar. İnsan ilgisini çekmeyen konuyla kendi arasına bir mesafe koyuyor. Bu her alanda böyledir. Öğrenme becerilerinin gelişmesi için ilgi alanlarının beslenmesi gerekiyor.

Dershanelere talep 5-10 yıl sonra artık bitmiş olur mu?

Minimize olmuş olur. On yıl sonra da çok ciddi manada talep biter. Nüfus artışı ile üniversite kontenjanlarının gelişimini karşılaştırdığım zaman bu sonuca varıyorum. Şimdi üniversitelerin kontenjanı 700 bin civarında. Üniversite sınavına giren öğrenci sayısı bir milyon 300 bin. Bu yıl ve önceki yıl yaklaşık 70-80 bin öğrenci azaldı. Nüfus azalıyor. Nüfus azaldıkça öğrencilerin kayıt oranları da azalıyor. Üniversitelerin sayısı artıyor. Kontenjanlar artıyor. Giren ve başvuran artık öyle bir duruma gelecek ki sınava giren öğrenci sayısıyla kontenjanlar birbirine denk olacak. Belki üniversiteler kendilerine kaydettirmek için öğrenci kovalayacaklar.

Muhteşem. Ben bu analizi ilk kez duyuyorum.

Mesela bu yıl 120 bin civarında yükseköğrenim kontenjanı boş kaldı. Tercih edilmedi. Şu anda çok fazla yeni üniversite kuruluyor. Vakıf üniversiteleri çok gelişiyor. Her ilde üniversite oldu. Bu hızla giderse 5 yıl içinde bile, kontenjanla üniversiteye giren sayısı birbirini eşitleyebilir. O zaman yarış başlayacak. Belki merkezi sınav sistemi yerine başka bir sınav sistemi olacak. Şimdiden bunları planlayarak YÖK ile koordineli bir şekilde çalışıyoruz.

Siz aslında sınav sevmeyen bir bakansınız. Sizden sınavsızlık müjdesi almak hoş olurdu. Belirli bir takvim içinde bütün okullara giriş sınavlarının kaldırılacağı gibi reformist bir projeniz var mı?

Aslında tabii ki var. Öğrencilerin eğitim sistemi içerisinde öğrenimden zevk almaları gerekiyor. Sınavları, öğrencileri sınav odaklı bir gerilimin parçası yaptığı için sevmiyorum. Stres içerisinde kendisini hırpalayan, hatta yok eden, lise çağında hatta daha küçük yaşlarda antidepresen kullanan, psikiyatristlere taşınan çocuklar var. Her çocuğun özgüvenli ve mutlu bir çocuk olarak yetişmesini istiyorum. Kendi çocuğumu bütün bu streslerden uzak tutarken tek hedefim vardı. Onun sağlıklı ve toplumla barışık bir insan olmasını istedim. İnsan sevgisi, çevre duyarlılığı, hayvan sevgisi. Bunları çok önemsedim. Toplumsal hayatta öğretimden önce eğitim geliyor. Bu toplumda nasıl bireyler olacaklar? Haksızlığa, adaletsizliğe, çalmaya, çırpmaya nasıl karşılık verecekler? Olumlu özelliklerinin matematikteki notlarından daha fazla öne çıkarılmasını istiyorum. Aslında bu ruhun da Türkiye´yi daha ileriye götüreceğini düşünüyorum.

İnşallah bu ruhu bütün eğitimcilere ve hatta velilere geçirebilirsiniz.

Kontenjanların sınırlı, talebin çok olduğu bir ülkede adalet duygusunu korumak açısından mutlaka merkezi bir sınav yapılması gerekiyor. Okullar, öğrencileri kendileri alsın dediğiniz zaman, Türkiye´de eşitsizlik ve adaletsizlik iddiaları gündeme gelir. İyi veya kötü, sınavların bir şekilde devam edeceğini düşünüyoruz. Nüfusu azalan, ama kaynakları çoğalan, gelişen bir ülkeyiz. Her ne kadar öyle gözükmüyor gibi gelse de, çevre ülkelere gittiğimiz zaman ne kadar geliştiğimizi biz de görüyoruz. Birçok şeyin Avrupa ile aynı olduğunu görüyoruz. Gelişen sistem içerisinde, devletin her öğrenciye aynı düzeyde kaliteli ilk ve ortaöğretim eğitimi verme mecburiyeti var. Bazı okullar daha iyi, bazıları daha kötü, bazılarına sınavı kazanıp girersen yüksek öğrenime daha kolay geçebilirsin. Bazı okullar 8. sınıfta çocukların üzerine bir baskı kuruyor. Eğitimin en önemli rollerinden bir tanesi de fırsat eşitliği sağlamaktır. Adaleti ve eşitliği sağlamaktır. Fırsat eşitliği sağlaması için bütün eğitim kurumlarını birbirine benzer ve denk hale getirmek lazım. Öğrencilerin hangi okula giderlerse gitsinler, aynı düzeyde eğitim alabilmeleri için sistemi planlıyoruz.

Bunları başarabilmek için en az 20 yıl o bakanlığın başında kalmanız gerekecek!

En azından geneldeki eğitimi Anadolu liseleri düzeyine taşıyabiliriz. Devletin bütün orta öğretim kurumları aynı düzeyde ve aynı kalitede eğitim verme becerisine sahip olmalı.

SBS SINAVININ ÖĞRENCİ ÜZERİNDEKİ ETKİLERİNİ ARAŞTIRIYORUZ. SONUÇ OLUMSUZ ÇIKARSA DEĞİŞTİREBİLİRİZ

En son özel okullar sınavının kalktığını ve onların da diğer okullar gibi SBS ile öğrenci alacağını açıkladınız. Ancak yeterli bulunmadı. Mesela tercih ve kayıt sistemi nasıl olacak?

Özel okullar ayrı sınav yapıyordu. Özel yabancı okullar ayrı sınav yapıyordu. Anadolu liseleri, fen liseleri sınavı ayrı yapılıyordu. Seviye belirleme sınavı (SBS) öğrencilerin her üç yıllık başarısını ölçen bir sistem olduğu için biz dedik ki öğrenciler başka bir sınava daha girmesin. Onun da stresine girmesin. Bu zaten objektif, eşit, adil ve merkezi bir sınav. Bunun sonuçlarına göre, siz de istediğiniz düzeyde öğrenci alın. Puanlarınızı da istediğiniz gibi belirleyin. Veya hiç puansız alın. O sizin tercihinize kalmış bir şey. İsterlerse sadece 8. sınıf sonuçlarını baz alabilirler. İsterlerse hiçbir sonucu baz almayıp direkt sınavsız alabilirler. Dilerlerse okul kısa mülakat yapabilir. Onların bileceği bir şey.

SBS sınavlarının yükü üçe bölünerek azaltıldı mı, yoksa gerilim üçe mi katlandı?

Öğrencileri strese sokan her meselenin irdelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Ama asla iki yıllık uygulaması olan ve sonuçlarını hiçbir şekilde ölçme imkanımız olmayan bir sınav sisteminin yanlışlığı üzerinden yola çıkamayız. Şu an çok yeni. Bir tek yan etkisi oldu, çok fazla öğrenci altıncı sınıftan itibaren dershaneye yöneldi. Öğrencilerin yarış ve stresinin daha fazla arttığını görüyoruz. Ben her konunun bilimsel bir şekilde araştırılmasından yanayım. O yüzden araştırma birimimize talimat verdim. SBS sınav sisteminin öğrenciler üzerindeki etkisini, dershaneye gidenlerin ve gitmeyenlerin başarılarını ölçen çok kapsamlı bir araştırma istedim. Üç ay içerisinde neticelendirecekler. Seviye belirleme sınavının öğrenci üzerinde ve genel eğitim üzerindeki sonuçlarını göreceğiz. Sonuçlara göre, yanlış giden şeyleri düzeltebiliriz. Değişiklik yapabiliriz.

Diyelim ki öğrencilerin yükünün üç katı kadar arttığı ortaya çıktı. O zaman başa dönülür mü?

Söylediğiniz kadar kısa vadede sonuç göremeyiz. Ama bu sistemin aksayan ve işlemeyen yönleri varsa bunları düzelterek ilerleriz. Öyle bir an gelir ki bu sistem hiçbir şekilde yürümüyordur. Bunu anlayacağımız bir sonuç çıkarsa elbette değerlendiririz.

ÖĞRENCİYKEN ÖNLÜK GİYMEMEK İÇİN ETEĞİNİ ISLATIRDIM

Siz öğrenciyken okullarla ve eğitim sistemi ile ilgili ne gibi şikâyetleriniz vardı?

Ben öğrenciyken belki de en rahatsız olduğum şey tek tip eğitimdi. Ve fark gruplarına yeteri kadar saygı gösterilmediğini, fark gruplarının yeteri kadar tanımlanmadığını düşünüyordum. Okulda üniforma giymek mesela böyle bir şeydi. Öğrenciyken okulun bahçesinde her gün siyah önlüğümün eteğini suyla ıslatır ve sınıfa öyle girerdim. Öğretmen de iyi çıkar kızım ıslandı derdi. Öyle otururdum ve bakardım herkese. Yani önlüğü giymek istemezdim.

Yaşasın, milli eğitim bakanımızın çocukken içinde bir isyankar varmış.

Buna karşı değil sadece. Gerçekten farklı tepkilerim vardı. Bu farklılıkları tanıyan ve buna saygı gösteren bir öğretmenle yetiştiğim için çok şanslıyım. Beni başka bir öğretmen yetiştirseydi, bu farklılıkları törpüleseydi, isyankarlığıma, asiliğime, yaramazlığıma ve özgüvenime yönelik bir saldırıyla karşılaşsaydım ve bu özelliklerimi kaybetseydim, bugün bu noktada olamazdım. İşte buradan yola çıkıp tanımladığımda da, öğretmenin eğitimde en önemli rolü oynayan kilit kişi olduğunu düşünüyorum. Kendi çocuğumu yetiştirirken ´acaba hangi dönemlerde kaç nesil daha bunlarla karşılaşacak´ diye sorguladığım çok olmuştur. Eğitim dediğimiz alanın, bir kimlik oluşturma mücadelesi olduğunu görüyorum ve insanların temel haklarına aykırı olduğunu düşünüyorum.

Sekiz buçuk aylık bakanlığınız döneminde bunlardan hangilerini kırabildiniz? Hangilerinde hala direnç olduğunu görüp üzülüyorsunuz?

Tek tip insan yetiştirme misyonunun değişimi yönünde çok önemli adımlar atıldı. Soran, sorgulayan, düşünebilen, tartışabilen bir nesil yetiştirmenin en önemli anahtarlarından biri de buna uygun bir müfredat oluşturmak. Ki bunu oluşturduk. Gerçekten çok iyi bir müfredatımız var ve sürekli modüler ve kendini yenilemeye de elverişli bir sistem.

Müfredatı değiştirmek yeter mi?

Maalesef henüz öğretmenlerimizin, yeni müfredata uyumlu bir zihniyet geliştirmediklerini görüyoruz. Onun dışında bazı şeyler de, algıların tamamen değişmesiyle ve bunu aktaracak kitlenin zihinsel değişimi ile mümkün. Doğrusunu isterseniz çok geniş bir kitle var. 16 milyon öğrenci var. Eğitim sistemimizle ilgili toplumsal taleplere dönüp baktığımız zaman, en çok şikayet edilen konulardan biri de sistemde çok sık değişiklik yapılması.

Öğrencileri yetiştirmekten daha önemli olan belki de öğreticileri yetiştirmek. Bu konuda bir projeniz var mı?

Çok kapsamlı bir çalışmamız var. Öğretmenlerimizin okullarını bitirir bitirmez göreve başladıklarını ve uzun bir süre hiç eğitim almadıklarını görüyoruz. Artı hizmet içi eğitim uygulanıyor. Ama ben bu konuda birkaç araştırma yaptırdım. 300 bin öğretmen eğitildi. Seminerlere katıldılar ama buradan ne aldılar gibi... Çoğunlukla anlatılanlar bürokratik meseleler. Yani nasıl kayıt tutacaksın falan...

Biz bundan bahsetmiyoruz.

Evet, bu değil. Bu yeni dünyanın dilini okuyabilecek ve buna entegre olabilecek, bunu aktarıp anlatabilecek öğretmenlerin yetiştirilebilmesinin klasik yöntemlerle mümkün olmadığını gördük. Öğretmenler de memnun değiller. Hiçbir şey öğrenemediklerini söylüyorlar. Dolayısıyla hizmet içi eğitim dediğimiz mekanizmayı öğretmenin yaşamının her alanında beslenebileceği bir sisteme dönüştürmek için çalışıyoruz. Yani biz bir kütüphane olmalıyız. Öğretmenler de gelip istediği kitabı istediği zamanda alıp okuyabilmeli. Bir de sürekli olmalı. Bir yıla yayılmalı. Proje net olarak ortaya çıktığı zaman tüm unsurlarıyla ben size yine anlatırım.

NURİYE AKMAN
Röportaj
ZAMAN
® Röportajın tam metni www.zaman.com.tr ´de

Forumda tartışalım:Yakında Üniversiteler Öğrencilerin Peşinde Koşacak

YORUMLAR

En yeni ve güncel etkinlikler için bizi takip edin