Forum | Sınıf Öğretmeniyiz Biz | Sınıf Öğretmenlerinin Kaynak Sitesi | http://www.sinifogretmeniyiz.biz
Hediye Kampanyamız:En fazla puan toplayan 3 kişiye 400TL'lik hepsiburada hediye çeki hediye ediyoruz..

Öğretmene Öğretmenliğe, Eğitime Dair Yazılar...



Scorpion  Fire 
Aktif Üye - 1.Sınıf Öğretmeni
- (munzeviciglik)
Cevap:Öğretmene Öğretmenliğe, Eğitime Dair Yazılar... (12.6.2013 23:08:14)

Eğitim öğretimde Öğretmenin yeri önemi, basında eğitimle-öğretmenle ilgili çıkan yazıları, yorumları, tesbitleri, değerlendirmeleri bu başlık altında paylaşmak istedim değerli öğretmenlerim.Siz de istediğiniz takdirde uygun bulduğunuz bu tarz yazıları bizimle paylaşabilirmisiniz
Taşındı:Mustafa Altincik--31.08.2013 21:55:01


İmza:Her ne var dünyada şerh eyler kalem; Aşkı anlat derseniz çatlar o dem. Aşkı tefsir et desek; aciz kalır beşer, Aşkı tefsir etse ancak Aşk eder..
Bu mesaja teşekkür edenler (3): Şeniz Karaşah, Burhan Şağban, Mustafa A.,
Scorpion  Fire
Aktif Üye - 1.Sınıf Öğretmeni
- (munzeviciglik)
Cevap:Öğretmene Öğretmenliğe, Eğitime Dair Yazılar... (12.6.2013 23:08:56)

Öğretmen Dediğin Nedir ki ?

Öğretimin İlk'ine kapak attığım günü aradan çok uzun yıllar geçmesine karşın halâ hatırlıyorum. Boyunda bir yaka, üzerimde mavi bir önlük, sırtta defter ve kitabın, elde zeytin, peynirin olduğu çantalar, tutmuşum anamın elini doğru okula....


Kalabalık mı kalabalık bir sınıf, bir köşeden çocuklarını izleyen ebeveynler,ağlayan sızlayanlar,eve gitmek isteyenler çocuklar cabası. Bense sırada sus pus oturduğumu hatırlarım. Sonrasında sınıfa giren uzun boylu kısa saçlı, halka küpeleri olan gözlerinden ateş çıkarırcasına bakan mavi gözlü kadın öğretmeni unutmak mümkün değil ve sonrası malum…

Öğretmen kavramı ve bireyi ile ilk tanışmam bu yıllara dayanır ve tabi sizlerin de öyle. Beri yandan merhum Kemal Sunal'ın ( ışıklar içinde yatsın) '' Öğretmen '' filminin ilk yayınladığı yılların da o döneme denk gelmesi ile öğretmene daha farklı bir açıdan baktığımı söyleyebilirim.

Geçim sıkıntısı çeken,ek iş yapan,ay sonunu getiremeyen memur imajı gibi, uzar gider bu düşünceler. Bense ilk ve orta öğretimim olsun, üniversite hayatım olsun hep farklı bir gözle baktım öğretmenlere.

Ya peki Öğretmen dediğin nedir diye sorsam sizlere? Kalabalık sınıflarda, şımarığı olsun , içine kapanığı olsun el kadar çocuklara gürültü patırtı arasında çok şey öğreten;iş orta öğretime gelince ergenliğin,aile ve toplumsal erozyonun getirisi ile saygısızlaşan, laf dinlemeyen bireylere laf anlatmaya çalışan, kimi zaman saygı gören, çoğu zaman tepki çeken,saldırıya uğrayan,şehit düşen,sözleşmeli kadrolu ayırımına maruz kalan, en yüceside Atatürk'ün değerini bildiği el üstünde tuttuğu geleceğin doktorlarını, mimarlarını, mühendislerini temelden yetiştiren ilim insanlarıdır onlar oysa…

Her 24 Kasım'da ellerini öptüğümüz, çam sakızı çoban armağanı misali gönüllerini hoş tuttuğumuz öğretmenlerimiz onlar.

Son olarak,yeni neslin öğretmenlerinin hem şanslı hem de işlerinin çok zor olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Teknolojinin gelişmesi ile akıllı sınıfların olduğu okullar, online karneler, dersler kısacası teknolojinin çığır açtığı 2000'lerin öğretmenleri çok şanslı.

Diğer yandan da toplumsal yozlaşma ve erozyonun günden güne arttığı, ''saygı'' nın sadece sözlükte yer alan bir kelime olarak kaldığı günümüzde onların biraz daha zorlandıkları aşikar.

Yüce Atatürk'ün bir sözü ile yazımı tamamlamak istiyorum.

'' Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir Öğretmenden, eğiticiden mahrum bir millet, henüz bir millet adını alma yeteneğini kazanamamıştır. M.Kemal Atatürk

Eren Y.

İmza:Her ne var dünyada şerh eyler kalem; Aşkı anlat derseniz çatlar o dem. Aşkı tefsir et desek; aciz kalır beşer, Aşkı tefsir etse ancak Aşk eder..
Bu mesaja teşekkür edenler:
Scorpion  Fire
Aktif Üye - 1.Sınıf Öğretmeni
- (munzeviciglik)
Cevap:Öğretmene Öğretmenliğe, Eğitime Dair Yazılar... (12.6.2013 23:09:35)

Öğretmenlerin Yapması Gereken 35 Altın Kural


Değerli öğretmenlerim,eli öpülesi öğretmenlerim…Siz bu milletin eğitimini nakış nakış işleyenlersiniz…Sizlere sözüm olmaz ama hani unutuveririz ya bazı bildiklerimizi, bende size hatırlatmak istemiştim o unutulanları…Umarım sözlerim doğru anlaşıla, hata etmişsem affola…
Yazımın başlığında belirttiğim gibi öğretmenlerin yapması gereken 35 altın kuralı belirteyim…Şimdiden kuralların gerçekleşmesi dileğiyle…


1-Öğrenciler her daim övülmelidir.
2-Dersleri yaparak yaşayarak öğretmelidir.
3-Beden dilini çok iyi kullanılmalıdır.
4-Diksiyonunu çok iyi kullanmalıdır.
5-Okula hazırlıklı gidilmelidir.
6-Teknolojiyi çok iyi kullanmalıdır.
7-Güncel olaylar takip edilmelidir.
8-Nezaket kurallarını özümsemiş olmalıdır.
9-Kütüphanenin yolunu çok iyi bilmelidir.
10-Öğrencilere kitap önerisinde bulunmalıdır.
11-Zamanı tasarruflu kullanmalıdır.
12-Sıradışı olmalıdır.
13-Öğrencisini geleceğin lideri olarak görmelidir.
14-Fikirlere açık olmalıdır.
15-Müzeleri ve tarihi eserleri ziyaret etmelidir.
16-Gençbeyin dergisini düzenli takip etmelidir.
17-İdarecisini övmelidir.
18-Annesinin, babasının duasını almalıdır.
19-Hayata pozitif bakmalıdır.
20-Tarih bilgisini derinleştirmek amacıyla yedikıta dergisini takip etmelidir.
21-Farklı okullarda görev yapan öğretmenlerin deneyimlerinde yararlanmalıdır.
22-İnsanlara pozitif enerji vermelidir.
23-Her yaz farklı bir şehre seyahat etmelidir.
24-Öğretmekten çok eğitmenin önemli olduğunu bilmelidir.
25-Herşeyden önce sadece öğrencilere değil topluma da örnek bir insan olduğunu bilmelidir.
26-Bilgi yarışmalarını takip etmelidir.
27-Beden sağlığı için günlük spor yapmalıdır.
28-Herkes bakarken öğretmenler gören olmalıdır.
29-Projeler üreterek yenilikçi olmalıdır.
30-Sabır ve gönüllülük sınırsız olmalıdır.
31-Kaşif gibi öğrencisini keşfetmelidir.
32-İletişim sanatını geliştirmelidir.
33-Velileri bilgilendirmenin yolunu bilmelidir.
34-Alanınıdaki mesleki gelişim kitaplarını okumalıdır.
35-Doğru bildiğiniz yoldan asla şaşılmamalıdır…

Kaynak: mebpersoneli.com

İmza:Her ne var dünyada şerh eyler kalem; Aşkı anlat derseniz çatlar o dem. Aşkı tefsir et desek; aciz kalır beşer, Aşkı tefsir etse ancak Aşk eder..
Bu mesaja teşekkür edenler:(2): Aslı Yılmaz, Mustafa A.,
Scorpion  Fire
Aktif Üye - 1.Sınıf Öğretmeni
- (munzeviciglik)
Cevap:Öğretmene Öğretmenliğe, Eğitime Dair Yazılar... (12.6.2013 23:21:06)

BÜTÜN ANNE BABALARIN VE ÖĞRETMENLERİN OKUMASI GEREKEN BİR HİKAYE


Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi, Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle bir konuşma yer aldı:
- Hayrola, neden elimi öpmek istedin?
- Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinize katıldım. Hayatım değişti.

O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve size teşekkür etmek istiyorum; onun için elinizi öpmek istedim.
- Ne oldu, nasıl oldu?
- Üç yıl önce şirketimizin organize ettiği iki günlük bir seminerde bizimle beraberdiniz. O seminerin bitişine doğru dediniz ki, "Bir insanın ana vatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur. Bir annenin, bir babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına
olanaklar yaratmaktır."Bir süre sustu, bir şey hatırlamak ister gibi düşündü, sonra konuşmaya devam etti:
- Hatta daha da ilerisi için söylediniz; dediniz ki, "Bir ulusun en önemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına
olanaklar yaratmaktır." Ben bir baba olarak sizi duyduğum zaman kendi kendime düşündüm: Ben bir baba olarak çocuğumun çocukluğunu doya doya yaşamasına fırsatlar yaratıyor muyum? Böyle bir sorunun o zamana kadar hiç aklıma gelmediğini fark ettim. Ben ne yapıyorum, diye düşündüm.
Benim yaptığım sanırım birçok babanın yaptığının aynısıydı. Dokuz yaşındaki oğlum ben işten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya çalışıyordu. Neden kaçmaya çalışıyordu, biliyor musunuz, Hocam?
- Hayır, neden?
- Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. "Oğlum bugün ödevini yaptın mı?" Tuhaf tuhaf bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da
*sıkıştırınca, hayır anlamına gelen, "cık" sesini çıkarıyordu.* Kızıyordum, söyleniyordum, "Niye yapmıyorsun ödevini!" diyordum.
Aramızda sürekli tartışmalar, sürtüşmeler oluşuyordu. Tabii bunun sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu.
Burada biraz sustu, soluklandı. Sanki hatırlamak istemediği anılar vardı; onların üstesinden gelmeye çalışıyordu. Sonra konuşmaya devam etti:
- Ben sizin seminerinizden çıktıktan sonra düşünmeye başladım. "Ben ne biçim babayım," diye kendime sordum. Seminer için geldiğim*
İstanbul'dan çalışma yerim olan Kayseri'ye gidinceye kadar düşündüm; otobüste bütün gece düşündüm ve sonra kendi kendime dedim ki, eşimle konuşayım, biz birlikte bir karar alalım. Diyelim ki bu çocuk isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama doya doya çocukluğunu yaşasın.
- Radikal bir karar!*
- Evet, uçta bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam.
Gerginliğim, üzüntüm gitti, içim rahat etti. Ben eve gelince eşime dedim ki, hadi gel otur, konuşalım. Yemekten sonra oturduk konuştuk, çocuklar yattı biz konuşmaya devam ettik. Seminerde anlatılanları aktardım, böyle böyle böyle diye izah ettim ona ve en nihayet dedim ki, ya benim gönlümden ne geçiyor sana söyleyeyim. Bizim oğlumuz var ya bizim oğlumuz, o isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama çocukluğunu yaşasın! Şimdiye kadar onun çocukluğunu yaşamasıyla ile ilgili pek bir çaba göstermedik, bir bilinç göstermedik, oluruna bıraktık. Gel şimdi değiştirelim bunu.
- Eşiniz ne dedi?
- Hocam biliyor musun ne oldu?
- Ne oldu?*
- Karım hayretle bana baktı ve dedi ki, "Bu ne biçim seminer be! Kim bu adam? Öyle şey mi olur; yok bizim ki çocukluğunu yaşayacakmış!
Bizim çocuk çocukluğunu yaşarken öbürküler sınıflarını geçecek ilerleyecek! Öyle şey olmaz."

- Anlıyorum; anne olarak çocuğunun geride kalmasını istemiyor, kaygılanıyor!
- Fakat hocam ben pes etmedim, bırakmadım, mücadeleye devam ettim.
Her gün, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Üç gecenin sonunda bana, peki ne halin varsa gör, dedi.
- Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptın?
- İşte onu dediği günün sabahı eşofmanımı, ayakkabımı şöyle kapının yanına bıraktım işe gittim; işten dönünce oğlumun gözüne baktım ve dedim ki, oğlum bugün doya doya oynadın mı? Bana hayretle baktı ve "Hayır!" anlamına gelen "cıkk" dedi. O zaman, hadi gel beraber aşağıya ineceğiz, oynayacağız, dedim. Eşofmanımı giydim, ayakkabımı giydim, onunla beraber sokağa çıktık. Pencereden arkadaşları bakıyorlarmış, onlar da sokağa çıktılar; birlikte sokakta oyun oynadık. Akşam saat altıdan sekiz buçuğa kadar sokaktaydık. Eve gelince toz toprak içindeyiz, beraber banyoya girdik, duş yaptık. Havluyla kuruladım, çok mutluyduk ve o günden sonra işten dönünce her gün onunla oynamaya başladım. Her gün, her gün, her gün oynadım.

Yedi gün sekiz gün sonraydı galiba, bir gün banyodan çıkarken onu kuruluyorum havluyla, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki, baba ya, ben seni çok seviyorum. Hocam nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. Çünkü farkına vardım ki, şimdiye kadar sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar hiç söylemediğinin farkında değildim; belki ömür boyu söylemeyecekti.

"Ne büyük tehlike!" diye düşündüm. Ömür boyu onun bana bu cümleyi söylemediğinin farkında olmayacaktım.
- Demek farkına vardın, seni kutlarım. Senin farkına vardığın bu durum birçok anne ve babanın farkında olmadığı gizil, örtük ama önemli bir tehlike!
- İçimde bir şükür duygusu, havluyla çocuğumu kuruladım ve giydirdim ve artık her gün oyun oynamaya devam ettik. Zaman geçti, iki hafta sonra okul, öğretmen veli buluşması için okula davet etti. Daha önceki veli buluşmalarında öğretmen, "Sizin oğlunuz akıllı bir çocuk, ama ödevleri kargacık burgacık yazıyor, dikkat etmiyor. Sınıfta arkadaşlarını rahatsız ediyor, onları itiyor kakıyor, lütfen onunla konuşun. Ödevlerine ilgi gösterin, sınıfta arkadaşlarını rahatsız etmesin. Ödevlerini doğru dürüst yapsın," demişti. O nedenle öğretmen buluşmasına gitmekten çekiniyordum. Bu davet gelince ben eşime dedim ki, hadi okuldaki buluşmaya beraber gidelim!
Yok, dedi, sen tek başına gideceksin, ben gelmeyeceğim.
- Eşiniz gelmek istemedi!*
- Hayır istemedi. Ya beraber gidelim, diye ısrar ettim hayır hayır sen yalnız gideceksin dedi. Ben yalnız gittim ve diğer veliler geldikçe sıra bende olduğu halde sıranın arkasına geçtim, sıranın arkasına geçtim ki başka kimse olmadan öğretmenle konuşayım, diye.
Mahcup olacağımı düşünüyordum. Her şeyin daha kötüye gittiğini düşünüyordum. En nihayet bütün veliler öğretmenle konuşmalarını bitirip gittiler.
Sıra bende! Öğretmenin karşısına geçtim, bana baktı gülümsedi, siz ne yaptınız bu çocuğa, dedi. Hiç cevap vermedim, önüme baktım. Lütfen söyleyin ne yaptınız bu çocuğa, dedi. "Çok mu kötü hocam?" diye sordum. Gülümsedi, hayır, kötü değil, dedi. "Artık sınıfta arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuğa siz?"

- Herhalde bir baba olarak çok mutlu oldunuz?
- Hocam biliyor musunuz öğretmenin karşısında ağlamaya başladım.
İnanamıyordum kulağıma, içimden, vay evladım, biz sana ne yaptık şimdiye kadar, duygusu vardı. Eve geldim, karım yüzüme baktı, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı. "O kadar mı kötü?" diye sordu. Ona da cevap veremedim Hocam, ona da cevap veremedim! Ağladım. Daha sonra anlattım.
Hocam onun için sizin elinizi öpmek istedim, teşekkür ediyorum.Benim oğlumun ve onun küçüğü kızımın hayatını kurtardınız. Ailemin mutluluğu kurtuldu. Hakikaten bir insanın anavatanı çocukluğuymuş. Anavatanı mutlu olan bir çocuk çalışmasını, okulunu her şeyini bütün gücüyle yapar ve orada başarılı olurmuş.
"Gel seni yeniden kucaklayayım!" dedim. Kucaklaştık.
"Çocuklar Gülsün diye!" yaşayalım. Çünkü insanın anavatanı çocukluğudur.
Çocuklar gülerek, oynayarak büyürse, sonunda büyükler güler.
Büyükler mutlu olup gülümseyince tüm ülke, tüm insanlık güler.
Çocukların gülmesine hizmet veren herkese selam olsun!

Doğan CÜCELOĞLU


İmza:Her ne var dünyada şerh eyler kalem; Aşkı anlat derseniz çatlar o dem. Aşkı tefsir et desek; aciz kalır beşer, Aşkı tefsir etse ancak Aşk eder..
Bu mesaja teşekkür edenler:
Scorpion  Fire
Aktif Üye - 1.Sınıf Öğretmeni
- (munzeviciglik)
Cevap:Öğretmene Öğretmenliğe, Eğitime Dair Yazılar... (12.6.2013 23:22:41)

Sınıfı İyi Yönetmenin Bazı İpuçları



1.Öğrencilerin isimlerini enkısa zamanda öğrenerek her fırsatta öğrencilere isimleriyle hitap etmeli.Öğrenciler çok etkilenip kendilerine değer verildiğini anlayacak ve kalbe köprüler ilk günlerden kurulacak. Bunun için ilk günler için isim kartları yapılabileceği gibi hafızayı zorlayarak bu konuda kafayı yormak ve ezberlemek için evde gayret göstermek daha etkili bir çözüm olabilir.

2.Zil çalar çalmaz sınıfa girip, zamanında hemen zil çalmadan dersi bırakmak öğrencilerde her zaman olumlu izlenim bırakacaktır.Ders zili çaldıktan sonraki her saniyede öğrencinin dikkati dağılacak ve sıkılacaktır.Ders planı yaparken bu konuya özellikle dikkat etmek gerekir.Planda yazdıklarınız bitmese bile zil'e sadık kalmak öğrencinin dinlenme vaktine saygı göstermek demektir.Öğretmen masasına koyacağınız bir saatle zaman kontrolünü yapabilirsiniz.

3.Öğretmen hem sıkı disiplinli hemde canayakın ve arkadaşca olabilir.Öğrenciler, sınıfta istediğimizi yapabileceğimiz bir öğretmen olsun yerine sınıfı disiplinde tutacak dersin kaynamasını engelleyecek ve bize öğrenmeyi öğretecek bir hoca isterler.

4.Çocuklarınızın sağlıklarıyla yakından ilgilenin.Özellikle Göz bozuklukları sık rastlanan ve bazı aileler tarafından ihmal edilen en önemli sağlık problemlerinden biridir.Velilerle irtibata geçip problem halledilmeli.Ergenlik çağı komplikasyonları,nasıl iyi atlatılabilir konusunda bilgilenmeli.

5.Sınıf Kurallarını öğrencilerle beraber belirleyin ve uygun bir yere asın.Okulun kendine ait kuralları yanında size göre sınıfın yönetilmesinde faydalı olabileceğini düşündüklerinizi maddeleştirip(öğrencilerle istişare ederek)asılabilir. Okul kuralları ve sınıf kuralları ilk günler anlatılmalıdır

6.Genel bakmak yerine Özel bakmak bazen öğrencilerle kopan bağları tamir edebilir.Yani konu anlatırken spesifik öğrencilerle göz göze gelmek.

7.Bazı çiçekleri övgüyle büyütebilirsiniz. Bazıları övülmekten çok hoşlanırlar..Ağzımız yorulana kadar öğrencilerin her yaptıklarını fırsat bilip övmek ,çalışmalarını birkaç kat arttırabilecektir.Özellikle ilk sınıflarda..

8.Sınıf içinde bağlantıyı kesmemeye dikkat etmeli.Dikkatinizi çekmiştir, sınıf devamlı kendilerine birşeyler söylenmesini ister, bu sınıfa bağlı olmaktır. Konuşmayı kestiğinizde ,yanlış sorunun nerede yanlış olduğunu araştırmaya başladığınızda vs. sınıfta gürültü başlayacaktır .Kısacası siz konuşmayı kesersiniz, sınıf konuşmaya başlar .Bu anormal bir durum değildir onun için gürültü yaptıklarında çocuklara kızmak doğru değildir.Bir yolunu bulup tekrar bağlantı kurulmalı.

9.Çok yaramaz, işe yaramaz deyip bir kenara atmasak Çocukların daha uzun seneleri var...Çocuklarımıza şefkat işi çözecektir.Bu senfoninin yazarı olmak kolay olmasada bunu birileri yazacaktır..Hergün yeni bir yaklaşımla onları çözmenin yolları araştırırlmalı.

10.Tecrübeli öğretmenler eğer o tecrübelerini satıyorlarsa fiyatını hiç sormadan talip olmalı.Hala okulda dersine girmediğin öğretmenler, var değilmi!

11.Yoklamalar çok ciddi takip edilmeli.Normal öğrenci, yoklamayı takip eden öğretmenin öğrenciyle ciddi olarak ilgilendiğini, onu önemsediğini düşünür.

12.Hadiseler üzerine sakin gidiyorsak,öğrencilerimize saygılı isek,her ne olursa olsun adil isek ,işleri sıkı tutup disiplini sağlayabiliyorsak onların güvenini ve saygısını kazanmışız demektir.Negatif davranış,tehditkar tutum,saygısıszca davranış,hitap, ilişkilerimizi tamir edilemez seviyede zedeleyecektir.onların sizden birşeyler öğrenmesi ciddi zorlaşacaktır.Yapılan araştırmalar korku tehdit ve heyecanın öğrenme isteğini tamamen kaçırdığını tespit etmiştir.

13.Serbestce, korkmadan fikirlerini söyleyebilecekleri,hata yapmalarının kendilerine bir risk getirmeyeceğini bildikleri bir sınıf ortamı öğrenme noktasında kapıları açar.

14.Derse başlamadan önce tahtanın bir köşesine konuyla ilgili enteresan soruları yazmak ve konu ilerledikçe ve yeri geldikçe soruları cevaplamak,derse olan ilgiyi arttırabilir.

15.'Zayıf notlarınızı jurnale kurşun kalemle yazacağım,en düşük not ortalamaya alınmaz', türü anlaşmalar yapılarak çocukların gönülleri kazanılabilir.Ayrıca yıl boyunca çocuk bakıcılığımı yoksa bir şeyler öğretmek mi ? ..şeklinde bir soruyla öğrencileri , derste öğrenim vaktine riayet etmeye çağırabilirsiniz.

16.Arada bir yalnız olduğunuzda öğrencilerin sizin hakkınızda,okul hakkında,dersiniz hakkında neler düşündüğünü düşünün.

17.Öğrencileriniz şu an ne yapıyorlar? Problemleri, ailevi durumları ne alemde? Gibi soruları sakin bir zamanınızda düşünmeniz öğrenciyi ilk gördüğünüzde hal hatır sorma bakımından faydalı olabilecektir.Özel hayatı ile ilgilenmeniz öğrenmesine faydası dokunduracaktır.


İmza:Her ne var dünyada şerh eyler kalem; Aşkı anlat derseniz çatlar o dem. Aşkı tefsir et desek; aciz kalır beşer, Aşkı tefsir etse ancak Aşk eder..
Bu mesaja teşekkür edenler:
Scorpion  Fire
Aktif Üye - 1.Sınıf Öğretmeni
- (munzeviciglik)
Cevap:Öğretmene Öğretmenliğe, Eğitime Dair Yazılar... (12.6.2013 23:23:38)

Öğretmenliğe dair mükemmel bir hikaye...

"Hatice öğretmen yeni mezun olmuştu fakülteden...anadolunun steplerinin güneşin sıcağı altında cayır cayır yandığı, buğday başaklarının çoktan sarardığı bir köyün tek öğretmenli 5 derslikli okulunda görev yapmaktaydı.

ilk iş olarak kendisinden önceki öğretmenlerin öğrenciler hakkındaki görüş ve gözlemlerinin bulunduğu dosyaları inceledi...hepsi için birkaç yorum, yuvarlak cümleler yazıldığını gördü.

aralarından en çok Mehmet adlı öğrencisi dikkatinin çekmişti. Mehmet 5. sınıf öğrencisiydi. ruhsal dosyasında her yıl için birer cümle yazılmıştı önceki öğretmenleri tarafından;

"1. sınıf: mehmet; yaşıtlarına göre daha zayıf ve çelimsiz. ama gözlerinden ateş çıkıyor adeta. zeka pırıltılarının yayılmasını üzerindeki abisinden kaldığı belli büyüklükteki elbiseleri ile siyah lastik ayakkabıları dahi engellemekete...babasının, Mehmet daha bebek iken ölmüş olması, onu, çocuk saflığından çıkarmış, annnesinin hayatındaki yükünü sırtlaması gereken bir büyük adam yapmış.

2. sınıf: Mehmet; bu yıl çok durgun, dalga dalga büyüyen bir denizin sahildeki son çırpınışları gibi. annesinin hastalığı, tedavisindeki güçlüklere göğüs germesi sanırım onu yorgun düşürdü.

3. sınıf: Mehmet bu yıl neredeyse bambaşka birisi oldu. derslerine artık ilgi göstermiyor. birkaç defa sınıfta uyuyakaldı. arkadaşlarından birisi bugün onu okul duvarının yanında yere bağdaş kurmuş ağlarken gördüğünü söyledi...annesinin ölümü ile hayatın sona erdiğini düşünüyor.

4. sınıf: mehmet okula devam etmesi gerektiğinin bilincinde değil. okulda bulunduğu sıralarda ise gözleri donuk, aklı başka biryerlerde...güzel hayaller kurmadığı belli..."

evet işte bir öğrencinin yüksekten düşüşünün hikayesi buydu. Hatice öğretmen sınıf öğretmen idi ama biliyordu ki; mesleği onu bazen bir çocuğa ana, bir başkasına abla olmasını gerektiğini emrediyordu.

bugün 24 kasım. hatice öğretmen daha bir gururla, daha bir neşe ile doğruldu yatağından. kendinceen güzel olduğunu düşündüğü elbisesini giydi...bir yarım saat sonra tek odalı lojmandan çıktı. okulun kapısını açtı, pencereleri açtı, sınıfı havalandırdı.

az sonra okul bahçesinden "kuş cıvıltıları" gelmeye başlamıştı. dışarı çıktı, çocukalr sıra oldular ve hep bir ağızdan çoşkuyla başladılar

"Türküm, doğruyum, çalışkanım,."

önce öğrenciler içeri girdiler sonra hatice öğretmen. önce bir öğrenci sonra diğerleri üşüştüler başına, önce elini öpüyorlar, sonra hediyelerini masanın üzerine bırakıyorlardı. en son mehmet geldi masanın yanına, başı önde, utana sıkıla eski bir gazete kağıdına sardığı ama özenle bantlanarak paketlendiği belli hediyesini masanın üzerine bıraktı. yerine geçti. gözleri doldu, elleri titredi, dizlerinin bağı çözüldü hatice öğretmenin...mesleğinin ilk yılıydı ve ilk öğretmenler günüydü. kendisini çabuk toparladı, öğrencilerden birisi hediyelerini açmasını istedi.

hediyeleri tek tek açıyordu hatice öğretmen, çok güzel saç tokaları, rengarenk çoraplar, işlemeli mendiller... dikkat etti her hediye paketinin açılışında mehmet sırasında daha bir küçülüyor, daha bir eziliyordu. sıra gazeteye sarılı pakete geldi, açtı...içinden birkaç taşı düşmüş bir bakır bilezik ile yarısı boşalmış bir şişede parfüm denemez durumda bir çeşit esans duruyordu. arkadaşları hafifçe gülüştüler. hatice öğretmen mehmetîn yanına gitti, yanaklarından öptü, sınıfa seslendi;

- "en güzel hediyeyi mehmet getirmiş." mehmet birden doğruldu gülümsedi. hatice öğretmen anlamıştı bileziğinde esansın da mehmet'in annesinden kalan birer hatıra olduğunu.

ertesi gün hatice öğretmen sınıfa girmeden önce bileziği taktı, kokuyu sürdü. günün sonunda mehmet hatice öğretmene tek bir cümle söyledi;
- "öğretmenim bugün bütün gün annem gibi koktunuz..."

o gün Mehmet için bir milat olmuştu. zeka pırıltılarının üzerindeki tozlardan birkaç günde silkindi...gözlerindeki ateş tekrar yerine geldi. bir hırs ile derslerine verdi kendisini. ve nihayet yatılı okul sınavlarını zor da olsa kazandı.

.

aradan üç yıl geçti. bir mektup geldi hatice öğretmene mehmet'ten. mektupta "8. sınıfı bitirdim ve artık fen lisesinde okuyacağını ama değişmeyen şeyin hala, hatice öğretmenin kendi hayatındaki en iyi öğretmen olduğu"nu söylüyordu mehmet.

bir kaç yıl sonra mehmet'ten bir başka mektup daha geldi..."tıp fakültesinin kazandığını, artık daha çok çalışması gerektiğini bildiğini ve hala hatice öğretmenin hayatındaki en iyi öğretmen olduğu" nu söylüyordu mehmet.

ve bir mektup daha geldi 6 yıl sonra mehmet'ten..."okulu 3.lük ile bitirdiğini, bu sırada bir kız ile tanıştığını ve evlenmeye karar verdiklerini, kendisinden bu törende annesinin yapması gereken temsil işini yapıp yapamayacağını" soruyordu mehmet. "elbette" diye cevap yazdı hatice öğretmen. nikah günü geldiğinde damadının annesine ayrılan yere oturdu hatice öğretmen. imzalar atıldı, mehmet ve eşi ellerinden öptüler hatice öğretmenin ve gelin

"- bileziğiniz ne kadar orjinal ne kadar hoş" derken mehmet gururlanmıştı.

eşinin sözlerine bir cümle de kendisi ekledi;

"- öğretmenim bugün yine annem gibi kokuyorsunuz..."


İmza:Her ne var dünyada şerh eyler kalem; Aşkı anlat derseniz çatlar o dem. Aşkı tefsir et desek; aciz kalır beşer, Aşkı tefsir etse ancak Aşk eder..
Bu mesaja teşekkür edenler:
Scorpion  Fire
Aktif Üye - 1.Sınıf Öğretmeni
- (munzeviciglik)
Cevap:Öğretmene Öğretmenliğe, Eğitime Dair Yazılar... (12.6.2013 23:24:13)

Atanamayan Öğretmenlerin Hikâyesi!   


Bu yazıda hayatının en verimli çağında devlet garantisinde eğitim almış ama istihdam edilmemiş insanların hikâyesi anlatılıyor.
Bu yazı 16 sene boyunca bir tünelde diploma ümidiyle yürütülen ve aldığı diplomayı yatak odasına asanların hikâyesidir.

Bu hikâye kapı gibi diploması olup anahtarı denize atılanların hikâyesidir.Bugün MEB'in 130 bin öğretmen açığı olduğu biliniyor. MEB bu açığını ücretli öğretmenlik sistemi ile çözmeye çalışmaktadır. Ücretli öğretmenlik sistemi bugüne kadar çok yazıldı, çizildi.Ama sonuç itibariyle ücretli öğretmenliğin eğitim sistemimize faydalı olmadığı noktasında genel bir
kanaat oluşmuş durumda. Bu durum öğretmenlerden kaynaklanmamaktadır. Ücretli öğretmenler kötü oynayan bir takımın kalecisi durumundadırlar. Sosyal güvencesi olmayan ve aynı işi yarı fiyatına yapan bir öğretmenin işine ne kadar motive olabilir? Maddi manevi keyifsiz olan bir insan nasıl verimli olabilir? Bir de bu öğretmenin yarın iş bulma garantisi yoksa bir taraftan eğitim verirken yarın ne yapacağını planlamak durumunda kalmaktadır. Bu hikâye aynı kurumda aynı işi yapıp meslektaşlarının aldığı ücretin yarısına çalışanların hikâyesidir. Şu bir gerçek ki eğitim bizim ülkemizde daha iyi iş bulmak için bir araçtır. Bugün herkes çocuğuna eğitim aldırırken bilim adamı olması için değil kendi ayakları üzerinde dursun başkasına muhtaç olmasın güzel bir işi olsun amacını gütmektedir. Yani, üniversiteler daha iyi iş bulma sürecinin bir parçasıdır. Eğer, çocuk üniversitenin bir bölümünü okuduğu halde iş bulamayacaksa ailesi kesinlikle o bölüme göndermeyecektir. Diğer taraftan, şu anda MEB'de öğretmenliği sevdiği için değil de sırf bir işim olsun diye yapan çok var. Ki bu çok doğaldır. Çünkü işsiz kalmaktansa sevmediği bir işi yapmak daha makul görünüyor. Bu noktada öğretmen olma sevdası ile yanıp tutuşan insanları hesaba kattığımızda bir çelişki gözümüze çarpmaktadır.

Ülkemizde şu anda 12 yıl zorunlu eğitim sistemi vardır. Yani, bir insanı daha 6 yaşındayken alıp 18 yaşına kadar okula mecbur ediyoruz. Daha çocuk yaşlarda başlatılan ve insanın en verimli zinde dönemini kapsayan bu eğitimden insanlar yakasını kurtardığında iş işten çoktan geçmiş olmaktadır. Yani bu yaşta artık herhangi bir işte çırak olarak çalışamayacağı için mecburen üniversite hayalleri kurmak durumunda kalacaktır. Bu hikaye sürekli hayal kurmak zorunda bırakılanların hikayesidir. Üniversiteye hazırlanan gençler hepsi birbirleri ile yarışmaktadır. Eğer, bu insan erkekse iki sene sonra askere gitmek zorunda kalıyor. Yani, bu memleketin çocuğu diğerini elemeye

çalışmaktadır. Sistem öğrencilerin öğrenim hayatını devam ettirebilmesi için diğerinin öğrenim hayatını bitirme üzerine kuruludur. Yaşamak için öldürmek zorunda kalmak gibi bir şey. Bu olayın daha vahim tarafı üniversite bittikten sonra da ölümüne yarış bitmiyor. Bu sefer istihdam sorunu çıkıyor ortaya. Bu hikâye yanlış istihdam politikasının kurbanlarının hikâyesidir. Üniversiteler ile iş piyasası arasında bir paralellik olmaması (diplomalı işsizliği) doğurmaktadır. Bir taraftan bakıyorsunuz piyasada nitelikli eleman ihtiyacı varken; diğer taraftan bakıyorsunuz diplomalı işsizlerin sayısı günden güne artıyor. Bu durum üniversitelerde açılan bölümlerin piyasadaki ihtiyaca göre açılmamasından kaynaklanmaktadır. Dolayısı ile üniversitelerimizin yetiştirdiği (işgücü arzı) ile mevcut piyasasının) talep ettiği işgücü) arasında
uyumsuzluk oluşmaktadır.

O zaman bu noktada cevaplanması gereken sorular ortaya çıkıyor. Mesela: Üniversitedeki bölümler hangi kriterlere göre açılıyor? Yani bu bölümler açılırken neler göz önünde tutuluyor, neler belirleyici oluyor? Buradaki çelişkiyi nasıl düzeltmemiz gerekiyor? İstihdam edilemeyecekse bu kadar öğrenci mezun ediliyor? ( Devlet herkese iş vermek zorunda değildir? Yani, (Devlet mezun eder, gerisine karışmaz.) mı demek oluyor? Bir insanı öldürmek için cümleden mermi yapmak istense belki de bundan daha iyi cümle bulamazlar. Doğru bir cümle yanlış bir sisteme bu kadar mı güzel hizmet eder? Çok küçük yaşlarda bize teslim edilen bu çocuklar 12 sene süren bu eğitim tüneline girdiklerinde birçok fırsatları da kaçırmaktadırlar. Belki o çocuklar 12 yıl okula gitmek yerine ailesinin ya da bir tanıdığının yanında işe girseydi o işin uzmanı olurlardı. Örneğin, bu çocuklar bir müzik, resim, spor ya da güzel sanatların herhangi bir dalında kendini yetiştirebilirdi. Bu hikâye yoklama defterine adı yazılırken piyasadan silinenlerin hikâyesidir. 12 zorunlu eğitimin yanında bir de 4 sene üniversite eğitimi (ki nispeten bu da zorunlu eğitim sayılır) ile birlikte çocuk 22 yaşına gelmektedir. Zorunlu eğitimlerle 22 -23 yaşına kadar oyaladığımız gençlere bizim size iş bulma görevimiz yok deme hakkımız var mıdır? Hem insanlara söz hakkı tanımıyoruz zorunlu olarak okutuyoruz sonra da bir anlamda (Ne halin varsa gör!) diyoruz. Devlet herkese iş vermek zorunda değildir ama bir şekilde istihdam etmek zorundadır. Eğer,
bir ülkede 12 yıl zorunlu eğitim varsa o insanlara ( Biz size eğitim verdik ama istihdam edemiyoruz, bizim bugüne kadar verdiğimiz eğitim bir şeye yaramıyor, size bir ekmek kazandırmıyor.) deme lüksümüz yoktur. Bu kadar süre zarfında bir meslek kazandırmayan eğitim ne kadar işlevseldir, ne kadar faydalıdır? Çocuklar eğitim hayatları boyunca ettikleri masraf bir tarafa koyalım ve şu soruyu soralım. 16 yıl boyunca kaçırılan bu fırsatların faturasını kim ödeyecek? Bu hikâye bir kişinin iki dudağından çıkan komutlara göre yetişenlerin hikâyesidir. Şimdi o dudaklar nerede?


                                                              Mesut KAYMAKÇI


İmza:Her ne var dünyada şerh eyler kalem; Aşkı anlat derseniz çatlar o dem. Aşkı tefsir et desek; aciz kalır beşer, Aşkı tefsir etse ancak Aşk eder..
Bu mesaja teşekkür edenler:
Scorpion  Fire
Aktif Üye - 1.Sınıf Öğretmeni
- (munzeviciglik)
Cevap:Öğretmene Öğretmenliğe, Eğitime Dair Yazılar... (12.6.2013 23:25:27)

ÖĞRETMENLER ODASINDA YALNIZ OLMAK... (SEVMENİN GÜNÜNDE)

Biliyorum beni anlaman için bekliyeceğim karanfil çiçekleriyle... 24 saatimin hücrelerimde nasıl yer edindiğini bir bilsen, bu kutsal öğretmenlik eylemi...Mesleğimin esrarlı hamallığını üstlendim saliselerce öğretmenler odamda... Pencereden bakarken Anadoluma öğretmenimin paha biçilmez adımları Anadolumun her yerinde arzı titretir gibi... Karsta lapa lapa yağan karın altında kaşlarına düşen kar tanecikleri bütün ümidi belli; insanlığın eğitimi,derdi,tasası,canım vatanımın en iyisi...
Edirne de o çarşıda yürüyen öğretmenimin küçük yaşlardaki öğrencilerin hayatına kürek çekmek,ne büyük lütuf Rab'ten...
Erdemlerimi sokak sokak ararken,caddelerin nazlı duvarları beni aramaya şevkedendi masumiyet tomurcuklu çocuklarda...Hayatımın yaldızlı köşerinde, şerefli ve takdire şayan öğretmenler odamda yalnızlığımı nakış nakış işledim; nasıl eğitebilirim saf ve temiz masumiyet tomurcuklarını ...Değer verdim öğrencilerimin en suskun ve masumundan en haytasına...Ya da yaramaz oldum delicesine öğrenciler gibi simli ve elmaslı çocuksu halimle...Öğretmenler odamdan umut merdivenlerine doğru yola çıkarken mesleğimin itibarı ve vicdanı için,insanlığın hakikatteki yere ulaşması için kendimi resetledim...Kaderimin bana bağışladığı bu öğretmenlik eylemi dedim ya 24 saat hücrelerimde hareketliydi hararetliydi hiç durmadı ya...
Anladığını düşündüm Osmaniye'nin o yeni yeni şımarık binaların altında sana doğru geliyorum mesleğim... Biliyorum, ben öğretmenim... İçimdeki düşünceler yumağı benim odam,yalnızım, hüzünümün insani sesine kulak verdim,seni yazdım... Zıtlıkların olduğu bir dünyada bana katılmayan olsada olmasada ,mesleğimin incisi olan vicdani duygumla elveda sana cümbüş sesler, rengarenk gözler elveda...

anka kuşu


İmza:Her ne var dünyada şerh eyler kalem; Aşkı anlat derseniz çatlar o dem. Aşkı tefsir et desek; aciz kalır beşer, Aşkı tefsir etse ancak Aşk eder..
Bu mesaja teşekkür edenler:
Scorpion  Fire
Aktif Üye - 1.Sınıf Öğretmeni
- (munzeviciglik)
Cevap:Öğretmene Öğretmenliğe, Eğitime Dair Yazılar... (12.6.2013 23:27:04)

Yale Üniversitesi araştırmacılarından Prof. Amy Wrzesniewski'nin yaptığı araştırmaya göre, bir işe karşı insanların üç farklı tutumu olabiliyor: yaptığı işi meslek olarak görmek, kariyer olarak görmek ve ulvi bir çağrı olarak görmek.


Sevdiğin işi yapmak mı yaptığın işi sevmek mi?


Başarılı olmanın sırrı, işini severek yapmakta gizli.
Biliyoruz ki hemen hemen tüm başarılı insanlar işlerini tutkuyla ve şevkle yapıyor.
Ama tam olarak bilmediğimiz bir şey var: Bu tutku nereden geliyor?
Ya da bir çocukta tutkuyu nasıl oluştururuz veya tutkumuzu nasıl keşfederiz?

İŞE BAKIŞ AÇISI
Yale Üniversitesi araştırmacılarından Prof. Amy Wrzesniewski, 1997 yılında insanların mesleklere karşı tutumlarını araştırıyor.
Araştırma sonucunda öğreniyor ki bir işe karşı insanların üç farklı tutumu olabiliyor: yaptığı işi meslek olarak görmek, kariyer olarak görmek ve ulvi bir çağrı olarak görmek.
Araştırmanın burası ilginç değil. Ama ilginç olan şu:
Hangi meslek grubunun işini daha ulvi görmesini beklersiniz?
Doktor veya öğretmen gibi insana hizmetin temel olduğu meslekler diye tahmin edebilirsiniz. Ama sonuç böyle çıkmıyor.
Her meslek alanında işini ulvi görenlerin sayısı neredeyse eşit.
İşini ulvi olarak gören çöpçüler var. İşlerini çok seviyorlar ve heyecanla yapıyorlar.
Diğer taraftan işini sadece bir meslek olarak görüp, zamanını dolduran öğretmenler ve doktorlar da var.
TUTKU NEREDEN GELİYOR?
Bu sonuca bakarak diyebiliriz ki; tutku her zaman çocukluktan gelmiyor. (Doğuştan hiç gelmez.)
Bir kişinin çöpçü olma tutkusu küçükken oluşmuş ve tutkusunun peşinden gitmiş olamaz. O zaman bu tutku sonradan oluşmuştur, ama nasıl?
GELİŞİM VE TUTKU
Prof. Amy Wrzesniewski aynı iş kolu içinde işini ulvi görenler ile görmeyenler arasındaki farka bakıyor. Bir özellik ön plana çıkıyor. O da (beceri).
Bir kişi ne kadar becerikliyse, işini o kadar tutkulu yapıyor.
Yani bu kişiler, sevdikleri işi yapmamışlar ama yaptıkları işi becerileri arttıkça sevmişler.
Bu araştırma ile aslında tüm taşlar yerinden oynuyor. İnsanlar çoğu zaman sevdikleri işlerde başarılı olmuyor, başarılı oldukları işleri seviyor. (Yılmaz Özdil de bir programda bunu söylemişti.)
Başarı, tutkudan önce geliyor.
SÜREÇ NASIL İŞLİYOR?
Çocukluk yıllarında kişi hangi alanda sürekli başarılı olursa, (diğer koşullar destekleyici olduğu sürece) o alanda tutkusunu geliştiriyor.
Peki en başta tutkusunu geliştireceği alana nasıl karar veriyor?
Çocuk, ilk önce model alma yoluyla ya da keşfetme duygusuyla bir etkinliğe ilgi duyuyor. Baba ya da anne sporcuysa, çocuk spora ilgi duyabilir. Ülkede o yıl basketbol takımı şampiyon olduysa, basketbola ilgi duyabilir.
Çocukta keşfetme yoluyla ilgi uyandırmak da oldukça kolay. Çocuk keşfetme makinesi zaten. Buna (durumsal ilgi) diyebiliriz .
(Bazen aileler çocukta ilgi uyandırmadan onları sanat ya da müzik dersine zorluyor. Bu da tam ters tepki yaratıyor.)
KİŞİSEL İLGİ
Ama önemli olan durumsal ilginin (kişisel ilgiye) dönüşmesi.
Çocuk birkaç deneme yapıyor, başarılı olursa; zamanla bu durumsal ilgi kişisel ilgiye dönüşüyor.
Başarılı olamazsa, birkaç denemeden sonra bırakıyor.
Bu aşamada öğretmenin ve velinin rolü çok önemli.
Çocuğa etkinliği öyle sunmalı ki, işin zorluğu çocuğun becerisinin ne çok üstünde ne de çok altında olmalı. Ancak o zaman çocuk Prof. Mihaly Csikszentmihalyi'n tarif ettiği (akış alanına) [Flow Area] giriyor. Bu alan bir nevi zamanın durduğu, kişinin kendini kaybettiği an.
Çocuk da bu akış alanından çıkmamak için sürekli becerisini geliştiriyor.
Beceri gelişimi ve başarı duygusu, ilgiyi arttırıyor. İlgi arttıkça da, daha çok çalışıyor ve beceri gelişiyor. Sonuçta ortaya hem tutkulu hem de becerikli kişiler çıkıyor.
BECERİKLİ AMA TUTKUSUZ
Peki her beceri tutkuyu getirir mi? Hayır.
Genelde bunun iki sebebi oluyor. Ya işi özendiren ve destekleyen bir rol model/mentör olmuyor ya da kişi işi değersiz görüyor.
Onun için yapılacak şey ilk önce kişinin güçlü yanını keşfetmek.
Veli çocuğu gözlemleyecek ve güçlü olduğu alanda ona bir etkinlik sunacak.
İş ortamında ise çalışan hangi alanda güçlü ise, ona o alanda bir iş sunulacak.
O zaman herkes mükemmelliğe ulaşabilir

Özgür Bolat


İmza:Her ne var dünyada şerh eyler kalem; Aşkı anlat derseniz çatlar o dem. Aşkı tefsir et desek; aciz kalır beşer, Aşkı tefsir etse ancak Aşk eder..
Bu mesaja teşekkür edenler:(2): Duygu Aydın, Bekir Berkiten,
Mustafa  A.
Yönetim Ekibi - 4.Sınıf Öğretmeni
- (admin)
Cevap:Öğretmene Öğretmenliğe, Eğitime Dair Yazılar... (13.6.2013 01:33:12)

Çok güzel paylaşımlar bunlar öğretmenim. Emeğinize sağlık.

İmza:Sınıf Öğretmeniyiz Biz
Bu mesaja teşekkür edenler:(1): Scorpion Fire,
Burhan  Şağban
Tecrübeli Üye - 2.Sınıf Öğretmeni
- (burilk)
Cevap:Öğretmene Öğretmenliğe, Eğitime Dair Yazılar... (13.6.2013 01:35:36)

Hocam kutluyorum. Gerçekten kaliteli paylaşımlar. Sağ olun

İmza:
Bu mesaja teşekkür edenler:(1): Scorpion Fire,

HIZLI CEVAP (5 Üye Puanı)

Cevap Yazmak İçin Giriş Yapın veya Üye Olun
En yeni ve güncel etkinlikler için bizi takip edin