Forum | Sınıf Öğretmeniyiz Biz | Sınıf Öğretmenlerinin Kaynak Sitesi | http://www.sinifogretmeniyiz.biz
Hediye Kampanyamız:En fazla puan toplayan 3 kişiye 400TL'lik hepsiburada hediye çeki hediye ediyoruz..

Atatürk'ümüzden Vecizeler


Hanife  Şimşek
Uzman Üye - 1.Sınıf Öğretmeni
- (simsek67)
Cevap:Atatürk'ümüzden Vecizeler (10.12.2014 20:47:50)

...
Ekler
-------------------------------------------

10625105_794969760567843_4183344498814997125_n.jpg (Gösterim:59)

-------------------------------------------


İmza:İnsanların kanatları yok,insanların kanatları yüreklerinde.          N.H. RAN
Bu mesaja teşekkür edenler:
Hanife  Şimşek
Uzman Üye - 1.Sınıf Öğretmeni
- (simsek67)
Cevap:Atatürk'ümüzden Vecizeler (22.1.2015 14:13:39)

Bir millette, özellikle bir milletin iş başında bulunan yöneticilerinde özel istek ve çıkar duygusu, vatanın yüce görevlerinin gerektirdiği duygulardan üstün olursa, memleketin yıkılıp kaybolması kaçınılmaz bir sondur.

M. KEMAL ATATÜRK

İmza:İnsanların kanatları yok,insanların kanatları yüreklerinde.          N.H. RAN
Bu mesaja teşekkür edenler:
Hanife  Şimşek
Uzman Üye - 1.Sınıf Öğretmeni
- (simsek67)
Cevap:Atatürk'ümüzden Vecizeler (6.2.2015 10:46:05)

Uyuyan milletler ya ölür, ya da köle olarak uyanır.
                                          M. KEMAL ATATÜRK

İmza:İnsanların kanatları yok,insanların kanatları yüreklerinde.          N.H. RAN
Bu mesaja teşekkür edenler:(1): Şeniz Karaşah,
Şeniz  Karaşah
Bilge Üye - 1.Sınıf Öğretmeni
- (senizkarasah)
Cevap:Atatürk'ümüzden Vecizeler (8.4.2015 08:15:44)

...
Ekler
-------------------------------------------

indir.jpg (Gösterim:15)

-------------------------------------------


İmza:
Bu mesaja teşekkür edenler:(2): M. Can, Hanife Şimşek,
Hanife  Şimşek
Uzman Üye - 1.Sınıf Öğretmeni
- (simsek67)
Cevap:Atatürk'ümüzden Vecizeler (23.4.2015 12:06:07)

Küçük hanımlar, küçük beyler.. Sizler hepiniz, geleceğin bir gülü, yıldızı, bir bahtının aydınlığısınız. Memleketi asıl aydınlığa gark edecek sizsiniz. Kendinizin ne kadar önemli, kıymetli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız. Sizlerden çok şeyler bekliyoruz; kızlar, çocuklar!
            M . Kemal ATATÜRK

İmza:İnsanların kanatları yok,insanların kanatları yüreklerinde.          N.H. RAN
Bu mesaja teşekkür edenler:
Hanife  Şimşek
Uzman Üye - 1.Sınıf Öğretmeni
- (simsek67)
Cevap:Atatürk'ümüzden Vecizeler (31.5.2015 20:38:35)

...
Ekler
-------------------------------------------

10171189_10154838717925721_6194258209643133031_n.j (Gösterim:23)

-------------------------------------------


İmza:İnsanların kanatları yok,insanların kanatları yüreklerinde.          N.H. RAN
Bu mesaja teşekkür edenler:
Hanife  Şimşek
Uzman Üye - 1.Sınıf Öğretmeni
- (simsek67)
Cevap:Atatürk'ümüzden Vecizeler (12.6.2015 15:46:49)

Vatanın bahtsız gününde yapılmakta olan kurtulma çabalarında,en önemli başarı millet fertlerinin tümümün varlık ve ruhuyla bütün kuvvetlerinin birleşmesidir. Bunun dışında herşey milli birliği bozar ve sonunda ayrılma ve parçalanmaya neden olacağından beğenilmez.
   M. KEMAL ATATÜRK

İmza:İnsanların kanatları yok,insanların kanatları yüreklerinde.          N.H. RAN
Bu mesaja teşekkür edenler:
Hanife  Şimşek
Uzman Üye - 1.Sınıf Öğretmeni
- (simsek67)
Cevap:Atatürk'ümüzden Vecizeler (8.8.2015 12:00:35)

Bir dinin tabiî oIması için akIa, fenne, iIme ve mantığa uygun oIması Iazımdır.
           M. KEMAL ATATÜRK

İmza:İnsanların kanatları yok,insanların kanatları yüreklerinde.          N.H. RAN
Bu mesaja teşekkür edenler:(1): Mahir Emre K.,
Serdar  Yıldırım
Aktif Üye - Veli
- (mountain)
Cevap:Atatürk'ümüzden Vecizeler (13.9.2015 23:19:52)


YÜZBAŞI MUSTAFA KEMAL VE KURTLAR

11 - Ocak - 1905 yılında Mustafa Kemal, Harp Akademisini bitirerek Kurmay Yüzbaşı oldu. 24 yaşındaydı. Önce Selanik'e annesi ve kız kardeşinin yanına daha sonra da dayısının çiftliğine gitti. Çiftlikte iki gün kalacaktı.

Mustafa Kemal o gece güzel bir uyku çekti ve sabah karla uyandı. Her taraf beyaza boyanmıştı. Kahvaltıdan sonra dayısına, çevrede gezintiye çıkmak ve çocukluğunda günlerini geçirdiği bakla tarlasına uğramak istediğini söyleyerek dışarı çıktı. Hava oldukça soğuktu. Ellerini birbirine oğuşturduktan sonra, paltosunun yakasını kaldırdı. Yağmış olan bir karış karda, güçlü adımlarla, ileri doğru yürüdü.

Bakla tarlası kar altındaydı. Tarlanın ortasında bulunan kulübe üstündeki ağırlığa direniyordu. Kulübenin üstündeki karları temizledi. Yıllardır buraya gelmediği için, kulübe bakımsız kalmıştı. " Dayıma söyleyip, kulübeyi onarmasını sağlamalıyım, diye düşündü. Kim bilir bir daha ne zaman gelirim? Yoksa bu işi dayıma havale etmezdim. "

Mustafa Kemal ilerden kurt uluması duydu. Buna aldırmadı ama ikinci bir kurt uluması daha duyunca irkildi. Hem bu uluma daha yakından geliyordu. Belli kurtlar yaklaşıyordu. Artık çiftliğe dönemezdi çünkü kurtlar, çiftlik yolu üstündeki ağaçlık alandaydı.

Mustafa Kemal karşı dağın yamacındaki mağarayı hatırladı. Çocukken birkaç kere bu mağaraya gitmişti. Tahminine göre, kurtlar sürü halindeydi. Sekiz, on tane kurtla açık alanda kazanma şansının az olduğu bir uğraşa girmek anlamsız olurdu. Mağaraya doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Kurt ulumaları çoğalınca, yürümeyi bırakıp, koşmaya başladı. Bu arada tabancasını çekmiş ve sağ eline almıştı. Bir aralık arkasına dönüp baktığında peşine takılan kurtların en az on tane olduğunu gördü. " Kurtlar, beni sabah kahvaltısı olarak görüyorlar ama böyle olmadığını anlayacaklar. Hele bir mağaraya varayım. " dedi içinden.

Mustafa Kemal mağaranın girişine geldiğinde kurtların nefesini ensesinde hissetti. Aniden dönerek en yakınındaki kurda ateş etti. Kurt yere yuvarlandı. Gürültüden korkan kurtlar kaçtılar. Onların yine geleceğini bildiği için, tabancasını doldurdu ve sol eline aldı. Sağ eliyle kılıcını çekti. Mağaranın ortasında ayaklarını açarak, heybetli bir şekilde durdu. Kurtlara karşı yapacağı savaşa hazırdı. " Gelsinler ve ne olacağını görsünler, diye düşündü. Dört bir yandan etrafımı saracak olan kurtları, bu savaşta yenilgiye uğratmazsam, bana da Mustafa Kemal demesinler. "

Kurtlar, dönüp gelmişlerdi ama nedense mağaranın önünde bekliyor, içeri girmiyorlardı. Onlar içeri girmezseler ben dışarı çıkarım, diyen Mustafa Kemal, aniden taarruza geçti. Bir ateş etti, bir kurt yere düştü. İki kılıç salladı, iki kurt yere düştü. Bozguna uğrayan kurtlar, geldikleri gibi gittiler. Mustafa Kemal her ihtimale karşı etrafını kollayarak çiftliğe geri döndü. Birkaç dakika daha geç gelseymiş, dayısı ve çiftlik çalışanlarıyla yolda karşılaşacakmış. Çünkü onlar tabanca seslerini duymuşlar ve yardıma geliyorlarmış.


SON


İmza:
Bu mesaja teşekkür edenler:
Serdar  Yıldırım
Aktif Üye - Veli
- (mountain)
Cevap:Atatürk'ümüzden Vecizeler (17.9.2015 18:10:21)


ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANISI: KARGA PEŞİNDE

Annem ve kardeşlerimle birlikte dayımın çiftliğine gittik. Akşamüstü çiftliğe vardığımızda dayımlar, bizi çok candan karşıladı. Hal-hatır sormalardan, iltifatlardan sonra akşam yemeği yendi. Yemekten sonra bir saat kadar sohbet edildi ve geceyi geçirmek üzere odalarımıza çekildik.

Ertesi sabah dayım bana çiftliği gezdirip gösterdi. Öğle vaktine doğru bakla tarlasına gittik. Tarlanın kenarına geldiğimizde dayım tarlasındaki tohumları yemekte olan kargaları işaret ederek: ? Bak Mustafa, şu kargaları görüyor musun? İşte bunlar bizim baş düşmanımız. Ben uğraşayım, çalışayım, onlar gelsinler tohumları yesin bitirsinler. Kimseye faydası olmaz şu karga murdarının. Korkuluğun sadece adı korkuluk. Şu hale bak. Dört beş karga omuzlarına konmuş, yemişler tohumları, doymuşlar, güneşleniyorlar. Gel Mustafa, kovalım şunları ? dedi.

Bizi gören kargalar uçup gittiler. Daha sonra dinlenmek için bir ağacın altına otururken: Dayı, bu tarla hep böyle midir? dedim. Yani içinde çalışan, bekleyen olmadığı zamanlar kargalar tohumları yerler mi?

Dayım:
? Yerler Mustafa?m yerler. Bunlar sahipsiz bir tarla görmesinler. Onu, yirmisi toplanır gelir. Böyle gündüzleri tarlada beklemezsen birkaç haftaya kalmaz toprakta bir tek tane bırakmazlar? dedi.

Bunun üzerine konuyu toparlama ihtiyacı hissettim: Peki dayıcığım, o zaman kargalar tohumları yiyip bitirmesinler diye sabahtan akşama kadar bekçilik yapmak zorunda kalıyorsunuz.

? Aynen dediğin gibi oluyor Mustafa. Çiftlikte yapılacak bir sürü iş varken, ben buraya gelip karga peşinde koşuyorum. Ne yaparsın ki, bu bakla tarlası çok önemli. Baklalar olgunlaşınca hem kendimize yemeklik oluyor, hem de arabaya yükleyip pazarda satıyorum; iyi de para ediyor. ?

Demek ki burada bekçilik yapmak işleriniz için büyük engel teşkil ediyor. O halde izin verirseniz yarından tezi yok Makbule ile gelip burada bekleriz. Siz de çiftlikteki işleri yoluna koyarsınız. Kargaların tarlanızdan bir tek tohum yemelerine izin vermeyeceğimi bilmenizi isterim.

? Hay, sen aklınla bin yaşa, Mustafa! Bak bu hiç aklıma gelmemişti. Daha önce defalarca düşünüp de içinden çıkamadığım bu sorunu kolayca çözüverdin. Bugün akşama kadar burada kalırız. Tarla bekçiliği nasıl yapılır iyice öğrenirsin. Zaten zor bir tarafı yok canım. Akşama çiftliğe dönünce annene ben söylerim. Onun da rızasını almak lazım. ?

Ertesi sabah yengemin hazırladığı börekleri bir torbaya koyduk ve Makbule ile birlikte dayımın bakla tarlasına geldik. Gelir gelmez de, tarlaya inen kargaları kovalamaya başladık. Öğle vaktine doğru ikimiz de çok yorulmuştuk. Bunun sebebi: Bir defa tarla oldukça büyüktü. Bir tarafa üç beş karga tohumları yemek için gelseler Makbule ile koşuyor, kargaları kovalıyorduk. Aynı kargalar uçuyorlar, tarlanın öteki tarafına iniyorlardı. Tarlanın bir başından bir başına koşup durmak bizi yormuştu. İşin içine başka kargalar da karışınca durum iyice çekilmez hal almıştı. Öğle vakti börekleri yerken Makbule?ye sorunu kökünden halledecek bir yöntem bulduğumu söyledim ve şunları ekledim:

Makbule, kargaların bize oynadığı oyunun bilmem farkında mısın? Biz bu tarlaya gelir gelmez acemi olduğumuzu anladılar. Uygulamak istediğim yöntem oldukça basit. Tarlanın ortasında bulunan kulübenin içinden tarlayı enlemesine bölen bir çizgi çektiğimizi farz edelim. Bu çizgi tarlayı iki eşit parçaya böler. Yukarı tarafta kalan parça biraz meyilli, burası benim olsun. Aşağı tarafta kalan parça dümdüz, burası da senin olsun. Herkes kendi bölgesindeki kargaların kovalanmasından sorumlu olacak. Eğer kendi bölgenin ortalarına yakın bir yerde durmaya özen gösterirsen sabahki yorgunluğunun yarıya indiğini anlayacaksın. Şimdi konuyla ilgili bana sormak istediğin bir şey var mı?

? Ne diyebilirim ki Mustafa abi. Sen yapmamız gerekeni anlattın. Burada bana düşen görev anlattıklarını eksiksiz olarak uygulamamdır. ?

Aferin sana Makbule. Senin gibi söz dinleyen, kavrayışı kuvvetli bir yardımcı ile çalışmak benim için şereftir. Bu başarı ikimizin başarısı olacaktır. Şimdi biraz acele edelim. Bak kargalara, meydanı boş bulunca nasıl da çoğaldılar. Dayıma, kargaların tarlanızdan bir tek tohum yemelerine izin vermeyeceğim, diyerek söz vermiştim.

Bulduğum yöntem başarılı oldu. Akşamüstü kargalar giderlerken aç ve yorgundular. Akşam yemeğinden sonra Makbule, o gün olanları ve kargaların perişan bir şekilde gidişlerini anlatırken, odada bulunanlar kahkahalarla gülmekten kendilerini alamıyordu. Annem, ? Benim Mustafa?m çok akıllıdır ? diyerek gururla alnımdan öperken, sadece gülümsemekle yetiniyordum.


SON



ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANISI: VATAN SEVGİSİ

Kız kardeşim Makbule rahatsızlandığı için çiftlikte kalmıştı. Bugün tek başıma bakla tarlasında bekçilik yapacaktım. Şu karga kovalama işinin pek bir zorluğu kalmamıştı. Bakla tarlasına gelmeye başladığım ilk günlerde kargalar benim zorlu bir rakip olduğunu anlamışlar ve uyguladığım yöntemi müthiş bir mücadele örneği göstermelerine karşın boşa çıkaramamışlar, çekilip gitmişlerdi. Sabah erkenden bakla tarlasına gelince tarlanın ortasında bulunan kulübenin önüne bir sandalye çıkarıp oturdum.

Aradan yarım saat geçmeden canım sıkılmaya başlamıştı. Böyle boş oturmak bana göre değildi. Ben bir şeylerle meşgul olayım, bir işe yarayayım, faydalı olayım istiyordum. Dayımın bakla tarlasında bekçilik yapmakla bir işe yarıyordum, faydalı oluyordum fakat bunlar yeterli değildi. Ne yapabilirdim? Kulübede birkaç tane ders kitabı vardı. Kitap en iyi arkadaştı. Okurdum, öğrenirdim, fikirlerim gelişirdi. Bir kitap alıp okumaya başladım. Böylesi çok daha iyiydi, hem artık canım sıkılmıyordu.

Aradan iki saat geçmişti. İlerdeki tarlaların arasındaki patika yoldan yaşlı bir adamın geldiğini gördüm. Yaşlı adamın yanında bir kuzu vardı. Onun gelip tarlanın kenarındaki bir ağacın altına oturmasını fırsat bilerek yerimden kalktım, kitabı kulübeye bıraktım ve yaşlı adamın yanına gittim. Söze şöyle bir giriş yaptım: Merhaba dede, nereye böyle?

Yaşlı adam:

? Yolcuyum ben evlat, kasabaya oğlumun yanına gidiyorum. Bu kuzuyu toruna hediye olarak gö türüyorum. Geçen ay köye gelmişlerdi, bir hafta kaldılar. Torun kuzu diye tutturmuştu. Ben de, şimdi çok küçükler, biraz büyüsünler bir tane sana getiririm dediydim. Alsın kuzuyu besleyip büyütsün. Dünyada en önemli şey sevgidir. Sevgisiz kalmış bir insan kuru bir ağaca benzer. Zamanında onun kalbine sevgi tohumu ekilmemiştir, sevmek öğretilmemiştir. Bir bilinmezlik içinde bocalar durur. Yüzyıllardır süregelen anlamsız kargaşayı sevgi yoksunu insanlar çıkardılar. Toplumları birbirine düşman ettiler. Sonuçta bunun acısını insanlık çekti. İnsanlara sevgiyle yaklaşmalı, onların kalplerine sevgi tohumu ekmeliyiz. Sevmek çok güzel bir duygudur ve insanı hayata bağlar. Sevelim, sevilelim, hayatın tadına varalım ?

Yaşlı adam konuşurken oturmuş ve anlattıklarını ilgiyle dinlemiştim. Şimdi söz hakkı benimdi:

Dede, bazı insanlar nedense vatanlarını sevmiyorlar. Ben vatanımı çok seviyorum ve bu vatanın evladı olduğum için gurur duyuyorum. Şimdi vatanlarını sevmeyenler vatanını sevmeyi nasıl öğrenecek ve ben vatan sevgimi nasıl geliştirebilirim. Tavsiyelerin neler olacak?

Yaşlı adam gülümseyerek: ? Evlat, adını demedin bana, neydi adın? ? deyince: Dede, benim adım Mustafa, dedim.

Bunun üzerine yaşlı adam: ? Sana tavsiyem Büyük Vatan Şairi Namık Kemal olacak. Namık Kemal, türlü engellemelere karşın vatanını çok sevdiğini haykırmaktan çekinmedi. Bu uğurda çok acı çekti, fakat hiçbir acı O?nu vatanına hizmetten alıkoyamadı. ?

Bundan sonra Namık Kemal?in şiirlerini daha bir önem vererek okuyacağıma söz veriyorum. Dede, mutluluk nedir sence? Ben mutlu olmak insandan insana değişebilir diyorum, dedim. Yaşlı adamın mutluluk hakkında söyledikleri şunlar oldu:

? Mutluluk yaşamsal bir gerçektir yani yaşamda mutluluk vardır ve her insanın mutluluğu ayrıdır. Hakkın olan mutluluğu başkalarının mutluluğuna gölge düşürmeden istemek sana kalmıştır. Mutlu olmak için büyük şeyler istemek gerekmez. İnsan isterse bir kelebeğin uçuşunu görüp mutlu olabilir. Her neyse Mustafa, yavaş yavaş kalkayım. Hava kararmadan kasabaya varmalıyım. Anlattıklarımın sana bir parça faydası olduysa ne mutlu bana. İyi günler dilerim. ?

? Ne demek dede, hem de çok faydası oldu. Ben de sana iyi günler dilerim. Yolun açık olsun ? dedim. Yaşlı adam gittikten sonra kulübeye döndüm ve sandalyeye oturarak konuşulanları düşünmeye başladım.




    
ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANISI: ÇİFTLİKTEKİ HIRSIZ

Bir akşam yemeği sonrasında çiftlikteki odada oturulmuş ve gündelik olaylar konuşuluyordu. Dayım Hüseyin Ağa: ? Yarın erkenden elma bahçesini çapalayıp, yabani otları ayıklamaya gidecektim ama çapayı bulamadım. Hanım, çapayı bir yere koymuş olmayasın? ? diye sordu.

Yengem: ? Efendi, çapanın alet dolabında olması lazım. İki gün önce temizlik yaparken oradaydı. ? dedi.

Dayım: ? Öyle de bugün akşamüstü baktım dolapta yoktu. Belki dedim sağa sola bırakmışlardır. Aradım, bulamadım. ?

Dayımın çocukları, annem, ben ve kız kardeşlerim çapayı almadığımızı söyledik.

Bunun üzerine dayım: ? Hanım, son günlerde çiftliğe yabancı biri geldi mi? ? diye sordu.

Yengem: ? Hayır Efendi, kimse gelmedi. Hep biz bizeyiz. ? dedi.

Dayım: ? Desene çapa sır olup uçtu. ? dedi.

Fikrimi söylemek ihtiyacını hissetmiştim:

Dayıcığım, çiftliğe hırsız girmiş olamaz mı?

Sorduğum soru odada bulunanların üzerinde soğuk duş etkisi yaptı. Gözler benden yana döndü.

Dayım: ? Ne hırsızı? ? diyebildi.

Bir hırsız gelmiştir, çiftliğe girip çapayı çalmıştır.

Dayım: ? İki gündür ben, yengen, annen ve çocuklar çiftliğin avlusundaydık. Ayrıca köpekler var. Onlar geceleri burada kuş uçurtmazlar. Hani dediğin olmaz diyemem ama biraz zor. Hem hırsız neden sadece çapayı alsın, öteki aletleri de alıp götürebilirdi. Bırak çapayı, aletleri, çiftlikte daha değerli pek çok eşya var. Bunlar dururken neden yalnızca çapayı aldı? ?

Dayıcığım, hırsızın ya çapa çok işine yarıyor ya da çapayı satmak kolayına geliyor. Sadece çapayı almasının nedeni vereceği zararın büyük olmasını istemediğinden, yani hırsız insaflı biri. Gündüz gelse gören olurdu. Kimse onu görmediğine göre gece geldi. Köpekler hırsızı tanıdıkları için ses çıkarmadılar. Bu da hırsızın köyden biri olduğunu gösteriyor.

? Pes be Mustafa, senin zekâna diyecek yok doğrusu. Aslında ben de zeki sayılırım ama sen benden çok ilerdesin. Ortada fol yok, yumurta yok , alt tarafı bir çapa kayboldu. Bana kalsa yarın çapayı arar dururdum. Sana inanıyorum Mustafa ve yarın çapayı aramayacağım. Artık geceleri nöbet tutacağız. İlk nöbet benim. Eee, sen ne diyorsun Zübeyde, şu hırsız işine? ?

? Mustafa?nın dediklerine katılıyorum. O, boşuna konuşmaz. Söyledikleri hep doğru çıkar. Daha on yaşında ama çok akıllı. Bambaşka bir çocuk. Darısı bütün çocukların başına. ?

Dayım gece yarısına kadar çiftliğin avlusunda nöbet tuttu. Daha sonra nöbeti ben devraldım. Avluyu en iyi görebileceğim yer olan çiftlik evinin birinci kat merdivenine oturdum. Alet dolabının bulunduğu kulübe yan taraftaydı. Eğer hırsız gelirse önümden geçecek ve onu rahatça görecektim.

Aradan bir saat geçmişti ki karşıdaki ağaçlıktan hızlı adımlarla yürüyerek gelen bir gölgenin, alet dolabının bulunduğu kulübeye girdiğini gördüm. Gölge, o kadar rahat hareket ediyordu ki hayret edersin. Sanki babanın çiftliği, gel gir hiç korkmadan, dimdik yürü, kazma, kürek, çapa eline ne gelirse al git. Köyden olan bu adamı ay ışığı altında tanıdım. Onun mert, dürüst biri olduğunu biliyordum. Benim küçük dostum, sen büyümüşsün küçülmüşsün ama yine büyüyorsun ve sonsuza dek büyüyeceksin diyen birinin, beni hiçe saymasını, çiftlikten bir şeyler çalmasını onuruma yediremedim.

Yerimden kalktım, gittim kulübe kapısının dört-beş metre gerisinde durdum, ellerimi belime dayadım, bekledim. Biraz sonra kulübeden çıkan adam kapıyı kapadı. İki adım attı, beni gördü, elindeki kürek yere düştü. Gözleri yaşardı, belli ağlıyordu. Elinin tersiyle gözyaşlarını sildikten sonra başını sağa-sola birkaç kere salladı ve küreği yerden alarak yanımdan yürüdü, gitti.

O gece sabaha kadar nöbet tuttum. Aslında benden sonra nöbet sırası dayımın oğluna geliyordu ama dayımın oğlunun yerine de nöbet tuttum. Çünkü yarın yapacağım girişimleri bir plan dahilinde belirlemek istiyordum. Adam çapayı, küreği çalmıştı ama bunun bir nedeni olmalıydı. Kimse durup dururken başkasının malını izinsiz almazdı. Bu bir suçtu fakat suçluyu suç işlemeye iten nedenler vardı. Nedenlerin sebepleri vardı.

Ertesi gün öğle vakitleri adamın evine gittim. Kapıyı dokuz yaşındaki Ahmet açtı.

Vay Ahmet, canım kardeşim. Nasılsın, iyi misin? Ben geldim.

Ahmet: ? Hoş geldin, Mustafa abi. Sağ ol, iyiyim. ?

Ayşe nerede? Neden buraya gelmiyor?

Ahmet: ? Mustafa abi, Ayşe annemin yanında. Annem bir haftadır hasta. Babam annem ölmesin diye dün kasabaya yürüyerek gitti. Birisi çapa vermiş ödünç diye, onu rehin bırakıp ilaç almış. İlacı anneme içirdik. Bu sabah babam yine kasabaya gitti. Elindeki küreği rehin bırakıp ilaç alacakmış. Daha sonra babam çapayla küreği parasını ödeyip geri alacak ve sahibine teslim edecekmiş. Babamın getireceği ilaç annemi iyileştirecekmiş. Sence annem iyileşir mi Mustafa abi? ?

İnsanın taş yürekli olması lazımdı bu durum karşısında ağlamaması için. Gözyaşlarımı tutamadım. Birkaç dakika sonra Ahmet ile birlikte içeri girdik. Ayşe yatakta yatan annesinin başucundaki sandalyede oturuyordu. Beni görünce ayağa kalktı. Hasta kadın kollarını iki yana açarak ona sarılmamı bekledi. Sandalyeye oturdum ama bu davranışımın sebebini açıklamam gerekti.

İyileşince birbirimize sarılırız. Yine eskisi gibi güzel günlerimiz olacak. Bundan sonra daha fazla evinize geleceğim. Yanlış bir hareketiniz hastalığınızın artmasına yol açabilir. Bunun için size sarılmadım.

Hasta kadın zorlukla konuştu: ? Olur Mustafa. Dediğin gibi olsun. Ben de en kısa zamanda iyileşmeye bakarım. ?

Daha sonra çiftliğe döndüm ve olanlardan kimseye söz etmedim. Yeni gelen ilaçları içen kadın on beş gün içinde iyileşti. Adam, başkasının tarlasında çalışarak kazandığı parayla çapayı ve küreği rehinden kurtardı. Bir gece yarısı son defa çiftliğe girerek çapayla küreği yerine bıraktı. Ben bu durumun değerlendirmesini şöyle yaptım.

Akıl ve mantık çizgisinden ayrılmayan insan olmanın bilincine varır. İnsan iradesini kullanarak gerçekleri görür. Yanlışta bile olsan doğru gözünün önündedir. Gözünün önündekini görmek için göz kapaklarını aralarsın yani okuyup öğrenirsin.





ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANISI: ARKADAŞ DEDİĞİN BÖYLE OLUR

Bazı günler Makbule?yi bakla tarlasında yalnız bırakıp çevrede gezmeye çıkıyordum. Bir gün gezerken bir kaval sesi duydum. Bu kavalı kimin çaldığını merak edip kaval sesinin geldiği tarafa doğru yürüdüm. Biraz gidince baktım ilerdeki bir ağacın altında on yaşlarında bir çoban kaval çalıyor, etrafında da koyunlar otluyordu. Bu çocuğun kavalıyla yarattığı sihirli dünyasını bozmak istemedim. Varsın çalsın garip, diye düşündüm. Ben de o kaval çalmayı bırakıncaya kadar burada oturur, beklerim.

Aradan yarım saat geçti. Çocuk, türküler, oyun havaları çaldıktan sonra kavalını ağaca yasladı ve azık torbasını açıp yanında getirdiği yiyecekleri yemeye başladı. Oturduğum yerden kalktım, çocuğun yanına doğru yürümeye başladım. Karşıdan birisinin gelmekte olduğunu otların hışırtısından duyan çocuk başını kaldırdı. Çocuğun yanına gelince gülümseyerek:

Merhaba arkadaş, afiyet olsun, dedim. Benim adım Mustafa. İzin verirsen yanına oturmak istiyorum.

Çoban çocuk:
? Tabii gel gel, buyur şöyle ? dedi. ? Hem bak acıktıysan hiç çekinme ye bir şeyler karnını doyur. Yemezsen, darılırım. ?

Çocuğun yanına oturdum. Sessizce ikimiz birlikte yemeklerimizi yedik. Daha sonra:

Arkadaş, çok güzel kaval çalıyorsun. Kendi kendine mi öğrendin yoksa bir öğreten mi oldu? diye sordum.

Çoban çocuk:
? Köylük yerde böyle işleri öğreten olmaz. Benim dedem de çoban, babam da çoban, ben de çoban. Beş yaşına bastığımda babam, haydi bakalım Ali, al güt şu koyunları, deyip on tane koyun verdi bana. O günden bu yana çoban olup çıktım. Dedemi, babamı kaval çalarken dinledimdi. Bir gün canım sıkıldı, bu kavalı yaptım. Öyle böyle derken öğrendim çalmasını. Güzel çaldığımı az önce sen dediydin. Sağ olasın. ?

Peki, arkadaş, çoban olarak yaşamını sürdüreceğini söylüyorsun. Tabiatla iç içesin, koyunlarını güdüyorsun, dilediğince kavalını çalıyorsun. İşine pek karışan olmaz. Özgürsün, belki mutlusun da. Fakat senden öncekilerden gördüğün, onların yaşadığı yaşam tarzının dışına çıkarak, dışarıya taşarak, daha aktif bir hayat yaşamayı arzulamaz mısın? Kendine bir hedef seçersin ve hedefine varmak için yeterli bilgiyi öğrenmeye okula gidersin. Bu ön bilgiyi öğrendikçe, öğrendiklerinin ışığında fikirlerini geliştirirsin. Eğer isterse kişi vatanına, milletine faydalı olabilecek pek çok iş başarır.

? Ne yalan söyleyeyim, söylediklerinin bazı yerlerini anlayamadıysam da çoğunu anladım. İyi güzel diyorsun da bizim köyde okul yok. Şehirdeki okula gitmeye kalksam, tanıdığımız yok orada, kalacak yerim yok. Zaten babamlar bırakmazlar gideyim. Onlar da isterler Ali amir-memur olsun ama şu gördüğün koyunların başına bir çoban lazım. Herkes amir-memur olsa, çobanlığı kim yapacak? Boş ver beni be, düşünme beni, bırak ben çoban kalayım. Sen asıl kendinden haber ver, buralarda kimlere misafir geldin? Hem senin geldiğin şehir büyük mü? Sizin okulda çok çocuk var mı okula giden? ?

Bak arkadaş, hayatta insanın eline birtakım fırsatlar geçer. Önemli olan ele geçen bu fırsatları en iyi şekilde değerlendirebilmektir. Bunun için de gayret gereklidir. Eğer biz seçtiğimiz hedefe ulaşmak için yeterli gayreti göstermezsek zaman içinde, hedefimizden giderek uzaklaştığımızı fark ederiz. Kimsenin kimseye zorla meslek seçtirmesine taraftar değilim. Severek yapılmayan bir iş, bir uğraş, kişiye hayatı anlamsız kılar. Böyle biri de, eğer çıkış yolu bulamazsa yani hayatını anlamsızlıktan kurtaramazsa vatanına, milletine gerektiği şekilde faydalı olamaz. Şimdi arkadaş, sen şehirdeki okula gitmeye kalksan orada yatılı bir okula girerdin ve kalacak yer diye bir sorunun olmazdı. Az önceki sözlerinden bunun için birtakım engeller çıkabileceğinden çekindiğini anladım. Ayrıca da, senin buradaki yaşantından pek şikayetçi olmadığını fark ettim. Fakat okuma-yazma isteği ile yanıp tutuştuğun belli. Benim okuduğum okulda okuyan çocukları merak etmen bunu gösteriyor.

Ben, annem ve kız kardeşimle birlikte Selanik?ten dayım Hüseyin Ağa?nın yanına geldik. Kız kardeşimle birlikte dayımın bakla tarlasında bekçilik yapıyoruz. Fırsat buldukça çevrede gezintiye çıkıyorum. Böyle bir gezinti anında seni gördüm, yanına geldim, oturduk, konuşuyoruz. İki ay kadar dayımın çiftliğinde kalacağız. Arkadaş, eğer istersen sana okuma-yazma öğretmek istiyorum. Biz buradan giderken sen okuma-yazma öğrenmiş olursun ve sana bırakacağım ders kitaplarını okuyup iyice öğrenirsin. Bu arada boş durmayıp arkadaşlarına da okuma-yazma öğretmek için çaba sarf edersin. Yakın bir gelecekte sizin köyün öğretmeni olursun. Ne dersin arkadaş, ister misin okuma-yazma öğrenmek?

? Tabii ki, isterim istemesine de, becerebilir miyim dersin okuma-yazma öğrenmeyi? ?

Becerirsin, becerirsin. Sen istedikten, biraz da gayret gösterdikten sonra başarılı olmaman için hiçbir neden göremiyorum.

Daha sonra konuşmamın bir bölümünde Selanik?te Şemsi Efendi?nin İlkokulunda okuduğumu fakat babamın ölümü üzerine, annem ve kız kardeşimle dayımın yanına geldiğimizi anlattım. İlkokulu bitirdikten sonraki amacımın Askeri Rüşdiye?nin imtihanlarını kazanarak oraya girmek, Rüşdiye?yi bitirdikten sonra yüksek öğrenimime devam ederek sonunda subay olmak olduğunu belirttim. Ali ile bir süre daha konuşmamıza devam ettik ve yarın buluşmak üzere birbirimizden ayrıldık. Fırsat buldukça Çoban Ali ile bir araya geldik, ona okuma-yazma öğretebilmek için çırpınıp durdum. Benim bu iyi niyetli çabalarım boşa gitmedi. Bir süre sonra Ali, okuma-yazma öğrenmeye muvaffak oldu.

Aradan birkaç hafta geçtikten sonra:

Arkadaş, annem beni Selanik?e teyzemin yanına gönderiyor. Yarın gidiyorum. Selanik?te okumaya devam edeceğim. İşte ders kitaplarımı getirdim. İlk tanıştığımız günkü konuştuklarımızı unutmadın sanırım. Bu kitapları iyice oku, öğren. Fakat öğrendiklerin sende kalmasın. Öğrendiklerini arkadaşlarına da öğret, onlara da okuma-yazma öğret. Bir ülkede cahiller ne kadar çoksa, o ülke, o kadar geri kalmış demektir. Ülkemizin medeni milletler seviyesine erişebilmesi, her ferdin, üzerine düşen görevi yapmasıyla gerçekleşir. Ben okuma-yazma biliyorum, ben bilgiliyim demekle olmaz. Başkalarına da okuma-yazma öğretmedikçe, eğitmedikçe, bilgilendirmedikçe görevin tamamlanmış sayılmaz, yarım kalır. Bunu sakın aklından çıkarma. En güzel günler senin olsun arkadaş, hoşça kal, dedim ve elimi uzattım.

Çoban Ali, elimi sıktıktan sonra:

? Seni subay olmuş yürürken görür gibi oluyorum, Mustafa. İnşallah vatana, millete yararlı olursun. Mustafa adını hiç unutmayacağım, sen de, Çoban Ali adını unutma. Subay olunca fırsat bulursan gel gör beni, ben hep buralardayım, olur mu Mustafa? ? derken, göz pınarlarından akan yaşları silmek gereğini duymuyordu.


SON


İmza:
Bu mesaja teşekkür edenler:

HIZLI CEVAP (5 Üye Puanı)

Cevap Yazmak İçin Giriş Yapın veya Üye Olun
En yeni ve güncel etkinlikler için bizi takip edin